MEHMET HARUN TOPAY
Coğrafya Öğretmeni

11. SINIF

BİRİNCİ BÖLÜM:


 

1. BİYOÇEŞİTLİLİK


 

Canlıların yeryüzündeki dağılışı, coğrafi koşullarla ya­kından ilgilidir. Coğrafi koşullar Dünya'nın her yerinde aynı değildir. Yapılan araştırmalar, canlıların toprak yü­zeyinden yaklaşık 10 metre derinliğe ve 120 metre yüksekliği kadar yaşabildiklerini göstermektedir. Deniz ve göllerde de canlıların büyük bir bölümü su yüzeyi­ne yakın bir tabakada yaşamaktadır. Coğrafi koşulların değişmesi durumunda canlı türleri yeni ortama uyum sağlar ya da uygun
yaşam koşullarının olduğu ortam­lara göç eder. Göç edemeyen ve
yeni ortama uyum sağlayamayan
dinazorlar gibi canlı türlerinin nesli ön­ce azalır, sonra da yok
olur.


 

Canlıların yeryüzünde dağılışını etkileyen faktörlere bağlı olarak farklı bitki ve hayvan
topluluklarını barındı­ran bölgeler bulunur. Bu bölgelerde çeşitli özelliklere sahip pek çok ekosistem bulunur.


 

Kendine özgü bir iklimi, bitki örtüsü ve hayvanlar top­luluğu bulunan bölgelere biyom adı verilir.Biyomlar kesin sınırlarla
birbirlerinden ayrılmamakla
birlikte be­lirli bölgelerde
birbirleriyle kesişir. Karasal
biyomlar, genellikle hâkim olan bitki türüne göre, su biyomları ise suyun özelliklerine göre sınıflandırılır.Ekosistem, belli bir bölgede yaşayan ve birbir­leriyle
sürekli etkileşim içinde bulunan canlılar ile bunların cansız çevrelerinin oluşturduğu bütündür.Yeryüzünde bulunan biyomlar; tropikal ormanlar, sa­van, çöl, yapraklarını döken ormanlar, ılıman çayırlar, çalılıklar, iğne yapraklı ormanlar, tundra, deniz biyom­ları, tatlı su biyomları, kutup biyomu
ve dağ biyomu şeklinde sınıflandırılır.


 

CANLILARIN YERYÜZÜNDE DAĞILIŞINI ETKİLEYEN
CO
ĞRAFİ FAKTÖRLER 


 

Fiziki Faktörler İklim


 

İklim elemanlarından sıcaklık, bitki türlerinin çeşitliliği ve bunların yayılış alanları üzerinde
etkilidir. Çünkü her bitkinin gelişmesi ve büyümesi için belirli bir sıcaklığa ihtiyaç vardır. Bir çok bitki türü için sınırlayıcı en alt ve en üst sıcaklık - 40 °C ile + 40 °C arasındadır.


 

Bitkiler bu sıcaklık isteklerine göre Ekvator'dan kutup­lara doğru geniş yapraklı, karışık yapraklı ve iğne yap­raklı olmak üzere kuşaklar oluşturur.


 

Bitkiler için hayati önem taşıyan bir diğer iklim elema­nı da yağıştır. Bitkiler ihtiyaç duydukları suyu yağış, ha­va ve toprağın neminden elde
eder. Bitkilerin çoğunun bünyesinde bulunması gereken su
belli bir oranın altı­na düştüğünde bitkiler yaşamsal fonksiyonlarını kay­beder. Bu
nedenle kurak ve yarı kurak iklim bölgelerin­de bitki örtüsü seyrek ve bitki çeşitliliği azdır. Bitki tür­lerinin yeryüzünde dağılışı hayvanların dağılışını da doğrudan etkiler.
Genel olarak sıcak iklim bölgeleri so­ğuk iklim bölgelerine göre, bitki türlerinin zenginliğine ve bitki örtüsünün sıklığına bağlı olarak daha fazla hayvan türünü barındırır. Örneğin, Kanada'da 15
me­meli hayvan türü varken bu sayı Orta Amerika'da 150'ye ulaşır.


 

Bitki ve hayvan türleri, yaşamlarını devam ettirebilmek için bulundukları ortamın iklim koşullarına uyum sağla­mak zorundadır. Buna                    adı verilir. Dünya'nın farklı yerlerinde adaptasyonun nasıl gerçek­ leştiğini aşağıdaki örnekleri inceleyerek görelim:


 

Tropikal Yağmur Ormanları 


 

Tropikal iklim bölgelerinde sürekli yağış ve sıcaklık buralardaki ağaçların uzun boylu,
geniş yapraklı ve gür ormanlar oluşturmalarına neden olmuştur. Tropi­kal ormanların kendine has özellikleri
buralarda farklı canlı türlerinin yaşamına olanak sağlayan katmanlar oluşturmuştur.


 

Çöller


 

Sıcaklık, ışık ve yağış miktarının bitki ve hayvan yaşa­mındaki sınırlayıcı özelliği çöllerde belirgin biçimde görülür. Çöller bu özellikleri nedeniyle bitki ve hayvan türleri bakımından fakir
ortamlardır.


 

Çöllerde yaşayan bitki ve hayvan türleri çöllerin kurak ve sıcak koşullarına uyum sağlamışlardır. Şöyleki; çöl bitkilerinin bir kısmı suyu bulduğu zaman onu en yük­sek düzeyde kullanarak
kısa sürede filizlenir, meyve verir ve tohum saçar. Tohumlar da su buluncaya kadar bekler. Bazı çöl bitkilerinin su kaybını en aza indirmek
için toprağın üstündeki bölümleri çok küçüktür. Bun­ların toprak altında gelişmiş kökleri vardır. Bazıları ise güneş ışınlarının etkisini en
aza indirebilmek için ince ve
uzundur. Örneğin, bazı kaktüs türleri 15 metre depolar. Yapraklarının yerini ise nem kaybını azaltmak için dikenler almıştır.


 

Çöllerde yaşayan birçok hayvan türü, kendine has davranışsal ve yapısal özellikler göstererek çöllere adapte
olmuşlardır. Birçok çöl hayvanının rengi başka bölgelerdeki hayvanlara kıyasla daha açıktır. Soğuk çöller olarak adlandırılan kutuplarda yaşayan hayvan­lar, düşük sıcaklıklar ve besin yetersizliği gibi koşullara uyum sağlamak zorundadırlar. Örneğin, kutup böl­gelerinde yaşayan fokların derilerinin altında kalın bir yağ tabakası mevcuttur. Bu tabaka soğuk sularda yaşayan fokların vücut ısısının çabuk düşmesini önler.


 

Yer şekilleri 


 

Yer şekilleri özellikleri iklim
özelliklerini
etkilediğinden canlı yaşamı üzerinde de çeşitliliklere
neden olmuştur. Örneğin, dağların denize bakan yamaçlarında ılıman iklim koşulları yaşadığından, bitki ve
hayvan türü zen­ginliği iç kesimlere göre daha fazladır.


 

Kara ve denizlerin dağılımı da canlıların yeryüzündeki dağılışını etkiler. Denizler karalarda yaşayan canlılar için, karalar ise denizlerde yaşayan canlılar için yayıl­maya engeldir. Diğer yandan doğal olan ya da doğal olmayan etkenler sonucunda meydana gelen bazı de­ğişimler kara ve
denizler arasında canlı türlerinin geçi­şine olanak sağlayabilir. Örneğin, Akdeniz'i Kızıldeniz'e bağlayan Süveyş Kanalı açıldıktan sonra Akde­niz,
Kızıldeniz ve Hint Okyanusu arasında bitki ve hay­van türü geçişleri olmuştur.


 

Toprak Özellikleri 


 

Toprağın fiziksel ve kimyasal özellikleri, bitki ve hay­vanların yaşam alanları seçiminde etkili olur. Örneğin, kalkerli
topraklar üzerinde kolaylıkla yaşayan bazı bitki­ler kumlu
topraklar üzerinde gelişme olanağı bulamaz. Salyangozlar, kireçli toprakların olduğu alanlarda yo­ğunluk gösterirken
volkanik topraklarda sayıları azalır.


 

Biyolojik Faktörler


 

İnsan 


 

İnsan, gerek
sanayi gerekse tarımsal
faaliyetlerle çev­resini önemli ölçüde değişikliğe uğratır. Bu değişiklik­ler canlıların yaşam alanlarını olumsuz yönde etkiler. İçinde bulunduğumuz yüzyılda Dünya nüfusunun hız­la artması, sanayi ve
teknolojideki gelişmeler
ekosistemdeki tür kayıplarını oldukça artırmıştır. Yapılan araş-> tırmalar tür kayıplarının geçmişe göre bin ila on bin kat  fazla olduğunu göstermektedir. Ekosistemdeki canlılar birbirleriyle etkileşim içinde olduklarından tür kayıpları ekosistemdeki tüm canlıları doğrudan etkilemektedir. Nüfus artışına bağlı olarak şehirlerin alanının genişle­mesi birçok canlı türünün yaşadığı çevreyi daraltmış ya da ortadan
kaldırmıştır. Bu canlılardan çok azı şehir yaşamına adapte olabilmiştir.


 

Paleocoğrafya


 

Kıtaların Kayması 


 

Kıtaların kayması, canlıların yeryüzünde dağılışlarını önemli ölçüde etkilemiştir. Kıtaların birbirine yaklaşma­sı ya da uzaklaşmasıyla bitki ve
hayvan türleri kıtalar arası geçiş yapma olanağı bulmuştur. Bu durum
daha önce bir arada
bulunmayan türlerin
birbirleriyle karışa­rak etkileşmesine ve yeni canlı türlerinin ortaya çıkma­sına neden olmuştur.


 

İklim Değişiklikleri 


 

Dünya'nın jeolojik geçmişi boyunca çok sayıda iklim değişikliği yaşanmıştır. Bu iklim değişiklikleri bazı türle­rin yok olmasına bazı türlerin çevreye adapte
olmasına veya göç etmesine neden olmuştur. Sıcak iklim koşul­larının yaşandığı dönemlerde
buzulların erimesiyle de­niz
seviyesinde meydana gelen yükselmeler, kıyılarda yaşayan bazı türlerin yok olmasına neden olmuştur.


 

Buzul çağlarında da buzulların kapladığı alanlar geniş­lediği için kara hayvanlarının yeryüzündeki yayılış alanları daralmıştır. Su seviyelerindeki değişiklikler ok­yanuslardaki
habitatların tümüyle yok olmasına ya da sınırlanmasına yol açmıştır. Bu değişikliklerden en faz­la etkilenen yerler canlı çeşitliliğinin en fazla olduğu mercan kayalıklarıdır.


 

Bir canlının ekosistem içinde hayatını devam ettir­diği bölgeye habitat adı verilir. Diğer bir ifadeyle
habitat canlının yaşadığı yerin adresidir.


 

Kıtaları birbirine bağlayan geçitlerin sular altında kal­ması ve zaman zaman kara hâline geçmesi hayvanla­rın göçlerini etkilemiştir. Örneğin, Asya ile Kuzey Ame­rika'yı birbirine bağlayan Bering Boğazının kara hâli­ne geçmesi, Asya ve Kuzey Amerika arasında hayvan türlerinin göç etmesine neden
olmuştur. Bu nedenle
her iki kıtadaki hayvan türleri birbirine benzemektedir.


 

EKOSİSTEMLERİİŞLEYİŞİ 


 

Belli bir coğrafi bölgede bulunan ve
birbirleriyle ilişki içinde olan tüm varlıklar bir
ekosistemi oluştururlar. Örneğin, ormanlar, çöller, göller vs. birer ekosistemdir. Ekosistem canlı ve cansız öğelerden oluşur. Ekosiste­mi oluşturan canlı öğeler; bitkiler, hayvanlar ve mikro­organizmalardır. Ekosistemi oluşturan cansız öğeler ise kimyasal maddeler ile fiziksel faktörlerdir. Kimyasal maddeler organik ve inorganik
olmak üze­re ikiye ayrılır. Canlılar tarafından üretilen yağ, protein,
karbonhidrat ve vitaminler organik kimyasal maddele­ri oluşturur. Su, oksijen karbondioksit vs. ise inorganik
kimyasal maddeleri oluşturmaktadır. Ekosistemin can­sız öğelerinden olan
fiziksel faktörler; ışık, sıcaklık, rüzgâr, yağış vs. dir.


 

Ekosistemlerin büyüklüğü mikro alanlardan başlayıp, makro
alanlara kadar olabilir. Şöyle ki; bir
orman eko­sistem oluşturabildiği gibi ormandaki bir ağaç dalı da ekosistem
oluşturabilir. Bu bağlamda bir nehir, bir göl, bir dağ hatta Dünyamızın tamamı da bir
ekosistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekosistem;
niteliği ve yapısı içindeki değişik elemanların oynadıkları rollerin zaman içinde sürekli gelişim göstermesi açısından dinamik bir birimdir. Dünya ekosistemi de denilen ekosferi atmosfer, hidrosfer, litosfer ve
biyosfer oluş­turur. Ekosfer;
genel olarak kara, deniz ve tatlı su eko­sistemi olmak üzere üç büyük ekosisteme ayrılır. Bu ekosistemler kendi aralarında çok sayıda küçük eko-sistemlere ayrılabilir.


 

SU  DÖNGÜSÜ  (HİDROLOJİK DÖNGÜ) 


 

Su moleküllerinin devri güneş enerjisi ve yer çekiminin etkisiyle, tabiatta düzenli olarak seyreder. Suyun litos­fer, hidrosfer ve atmosfer arasındaki bu hareketine su döngüsü adı verilir. Su döngüsü buharlaşma ve yoğuşma gibi iki fiziksel kurala bağlı olarak oluşur. Isınarak buharlaşan su yükselerek soğur. Soğuyan su buharı yoğuşarak yeryüzüne yağış olarak düşer.


 

Yağışın bir kısmı denizlere yağdığından su başladığı noktaya döner. Karalara yağan yağış toprağı nemlen­dirir.
Yağış suyunun fazlası toplanarak yer üstü ve yer altı sularını oluşturur. Bitkiler kökleri vasıtasıyla suyu emerek yaşamsal faaliyetlerini sürdürürler. Hayvanlar ise içtikleri ve besinlerdeki sudan yararlanır. Bitkiler terleme yaparken vücutlarındaki suyu, su
buharı şek­linde çevrelerine verir. Hayvanlar ve bitkiler solunum yaparken de bir miktar
suyu buhar şeklinde
atmosfere verir.


 

ENERJİ AKIŞI VE MADDE DÖNGÜSÜ BESİN ZİNCİRİ VE ENERJİ AKIŞI 


 

Dünyadaki bütün canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için enerjiye ihtiyaç duyarlar. Dünya üzerinde besin üretmek için gerekli her türlü madde(su,
oksijen, azot, vb.) vardır. Ancak var
olan bu maddelerin canlılar tara­fından kullanılabilmesi için organik
besinlere(yağ, kar­bonhidrat,
protein) dönüştürülmesi
gereklidir. Bitkiler, bazı bakteriler ve
algler fotosentez yoluyla bu madde­leri organik besinlere dönüştürürler.



 

Bu dönüşümün gerçekleşmesi için güneş enerjisine
ihtiyaç vardır. Güneşten gelen enerji
fotosentez yapan canlıların ürettikleri besinlerde depolanır. Besin mad­deleri canlılar tarafından tüketildiğinde enerji, bu can­lılara geçer. Böylece enerji beslenme yoluyla bir canlı­dan diğerine aktarılmış olur. Besin zincirinde ilk halka­yı fotosentez yoluyla inorganik maddeleri organik mad­delere
çeviren üreticiler oluşturur. Üreticilerle besle­nen hayvanlara birincil
tüketiciler, bunları yiyenlere ise ikincil tüketiciler denir. Zincirin son halkasını da ikin­cil tüketicilerle beslenen üçüncül tüketiciler oluşturur.


 

Bütün canlıların öldükten sonra çürümesini sağlayan ayrıştırıcılar ise zincirin her halkasında etkilidirler.


 

Ekosistemde, Güneş'ten gelerek üreticiler, otçul tüke­ticiler, etçil tüketiciler ve aynştırıcılara doğru giden, her canlıda değişime uğrayan ve tek yönlü olan bir enerji akışı mevcuttur. Canlılar tarafından kullanılan enerjinin bir kısmı çevreye ısı olarak yayılır. Ekosistemdeki ener­ji akışını piramide
benzetmek mümkündür. Bu piramit­lerde, enerjinin bir gruptan diğerine aktarıldığı her ba­samak
beslenme seviyesini oluşturur. Besin
zinciri bo­yunca aktarılan enerjinin büyük bir kısmı, o canlının yaşam gereksinimleri için kullanılırken, geriye kalan enerji zincirin bir sonraki
basamağına aktarılır. En üst basamağa çıkıldıkça enerji miktarı azalır.


 

Genelde, bir basamaktan diğerine geçişte enerjinin %
90'ı kaybolmakta,
enerjinin % 10 kadarı bir sonraki ba­samağa aktarılmaktadır.


 

MADDE DÖNGÜLERİ 


 

Canlı yaşamının devamı için su, oksijen, karbon, azot ve fosfor gibi temel
maddeler gereklidir. Canlılar bu maddeleri
çevrelerinden alırlar. Bir süre kullandıktan sonra çeşitli biçimlerde çevrelerine iade ederler. De­vamlı yenilendiği için bu alış verişe madde döngüleri adı verilir.
Ekosistemlerde madde varlığı sınırlıdır ve yerine konmadığı takdirde tükenmeye mahkûmdur. Madde döngüsünün enerji akışından farkı ekosistemin içinde sürekli devir
yapmasıdır.


 

Karbon Döngüsü 


 

Canlıların temel yapısını oluşturan karbon; atmosferde karbondioksit, suda
karbondioksit ve bikarbonat hâlinde bulunur. Karalarda ise karbon, kömür, doğal gaz, petrol, kireç taşı içerisinde yer alır. Karbonun bü­yük bir kısmı karbondioksit şeklinde bulunur. Denizler ile atmosfer arasındaki karbon alış verişi çok yavaştır. Karalardan
erozyon yolu ile taşınan organik ve
inorga­nik maddeler vasıtasıyla denizlere karbon gelir. Bu karbonlar deniz
diplerinde karbonat ve bikarbonat ola­rak birikerek binlerce yıl döngüye katılmaz. Bu neden­le okyanuslar karbonun hem deposu
hem de kaybol­duğu yerlerdir.
Denizler atmosfere oranla 50 kat fazla karbon içerir. Karbon döngüsü diğer madde döngüle­rinde olduğu gibi karbonun
tüketimi ve tüketilen kar­bonun tekrar doğaya dönmesi şeklinde olur.


 

Karbon tüketimi şşekillerde olur;


 

ﺇ      
Kara ve deniz bitkileri tarafından bitkilerde kullanı­lır.


 

ﺇ      
Deniz hayvanlarının kabuk oluşumunda kullanılır.


 

ﺇ      
Deniz hayvanları ve bitkilerin ölümü ile dibe çöke­rek karbonatlı kayaçlar hâlinde depolanır.


 

ﺇ      
Ölen canlıların bünyesindeki
karbon, zamanla ba­sıncın etkisiyle petrol ve kömür gibi petrol yakıtlara dönüşür.


 

Karbonun tekrar
do
ğaya dönmesi ise şşekillerde olur;


 

ﺇ      
Canlıların solunumları ile doğaya döner.


 

ﺇ      
Ölen canlıların çürümesi ve orman yangıları ile do­ğaya döner.


 

ﺇ      
Karbonatlı kayaçların fiziksel ve kimyasal ayrışma­sı sonucunda atmosfere karışır.


 

ﺇ      
Suyun hava ile temas yaptığı yüzeyde karbon alış verişi gerçekleşir.


 

Tüketilen karbon miktarı geri dönmemiş olsaydı, foto­sentez giderek azalacak ve neticede bitkilerin organik madde üretimine olanakları kalmayacaktı. Bunun so­nucunda
da besin zinciri duracak ve hayat sona ere­cekti. Bununla birlikte
karbondioksit günlük ve mev­simlik sıcaklıkların aşırı yükselmesine ve düşmesine engel olur.


 

Oksijen Döngüsü 


 

Oksijen; solunumda, vücuttaki besin maddelerinin ya­kılmasında, kömür, gaz ve petrol gibi maddelerin yan­masında tüketilir.
Atmosfer % 21 oranında oksijen içe­rir. Sularda da oksijen çözünmüş hâlde bulunur. At­mosferdeki oksijen, atomik
oksijen(O), moleküler oksijen(02)
ve ozon(03) olmak üzere üç şekilde bulunur.


 

Moleküler oksijen solunum için gereklidir. Ozon biyos­feri ultraviyole ışınların zararından korur.
Atmosfere ok­sijen sağlayan en önemli kaynaklardan biri bitkilerin fotosentez süreci sırasında ortaya çıkardığı oksijendir. Diğer bir oksijen
kaynağı da havada
bulunan su buha­rının fotolizi (suyun oksijen ve hidrojene ayrışması) ile açığa çıkan oksijendir.


 

Azot(Nitrojen) Döngüsü 


 

Canlılar için önemli bir madde olan azotun esas kayna­ğı atmosferdir Atmosfer % 78 oranında azot içerir. Fa­kat azot organizmalar tarafından doğrudan kullanıla­maz. Azotun bitkiler tarafından kullanılabilmesi için ba­zı süreçlerden geçerek nitrit ve nitratlara dönüştürül­mesi gerekir. Doğadaki azot döngüsü şu şekilde olur;


 

Atmosferde yıldırım ve volkanik faaliyetler son­rasında ortaya çıkan elektrik deşarjları sonucunda azot, oksijenle birleşerek nitrik asite dönüşür. Nit­rik asit
yağışlarla beraber
toprağa girerek
bakteri­ler tarafından nitrat
tuzlarına dönüştürülür. Bu bak­teriler ölmüş canlıların yapılarındaki organik mad­deleri de nitrat tuzlarına dönüştürür. Toprakta ve
bazı bitkilerin köklerinde bulunan azot bağlayıcı bakteriler
sayesinde bitkiler nitrat tuz­larını alır ve yapılarına katar.Nitrit
ve nitratlar besin zinciri ile bitkilerden otsulla­ra, otçullardan etçillere geçer.Ölen bitki ve hayvanlar, ayrıştırıcılar tarafından par­çalanarak bünyelerindeki nitrit ve nitrat tuzları top­rağa karışır. Toprakta yaşayan bazı bakteriler ise nitrit ve nitrat tuzlarını tekrar azota çevirerek at­mosfere verirler.


 

Atmosferdeki azot gazının toprakta
bitkilerin kulla­nabileceği nitrit ve
nitratlara dönüştürülmesine
nit-rifikasyon, topraktaki nitrit ve nitratların bazı bak­teriler
tarafından azot gazına çevrilip atmosfere ve­rilmesine ise denitrifikasyon denir.


 

HİDROELEKTRİK POTANSİYEL


 

Hareket eden her cismin bir enerjisi olduğu gibi, doğ­duğu yerden döküldüğü yere doğru hareket eden akarsuların da bir enerjisi vardır. Bu enerjiye hidro­elektrik enerji adı verilir. Akarsulardaki bu hidroelek­trik enerjiden yararlanılarak elektrik enerjisi elde eden tesislere
hidroelektrik santral(HES) adı verilir. Hidro­elektrik santralleri iki tiptir.


 

1.         Biriktirmeli Hidroelektrik
Santralleri (Baraj)


 

Akarsuların önünün baraj adı verilen kaya,
toprak ve beton dolgularla kesilip gerisinde suyun biriktirilmesi esasına dayanan santrallerdir.


 

2.Biriktirmesiz Hidroelektrik Santraller(Nehir Santrali)


 

Akarsularda su seviyesinin yükselmesi için bağlama adı verilen set çekilir. Bu setle su tünellere yönlendirilir. Yönlendirilen su türbinleri çalıştırarak elektrik üretilir. Bir
hidroelektrik santralin kuruluşunda öncelikle akar­suyun
hidroelektrik enerji potansiyellerinin belirlenme­si gerekir. Hidroelektrik
enerji potansiyeli ise akarsu­yun debi özellikleri ile akarsu yatağının eğim durumu­na bağlıdır.


 

Akarsuyun Debi Özellikleri


 

Akarsuyun debisi artıkça hidroelektrik
potansiyeli artar. Debisi düşük akarsular, hidroelektrik santralin kurulmasına elverişli değildir. Akarsuyun
debisini belirleyen en önemli etmen
iklimdir. Santralin kurula­cağı akarsuyun su toplama havzasındaki iklim elemanlarını değerlendirmek akarsuyun debisi hakkında bilgi verebilir.


 

Akarsu yatağının topoğrafik özellikleri 


 

Hidroelektrik santralin kurulacağı akarsu yatağının başlıca topoğrafik özellikleri şunlardır:


 

ﺇ      
Barajın gerisinde suyun birikebileceği bir çanağın olması gereklidir. Çanak
belirlenirken su bölümü hattındaki yükselti değerlerine de dikkat edilme­lidir. Aksi hâlde barajda birikecek su taşarak başka alanlara yönelebilir.


 

ﺇ      
Hidroelektrik santral, akarsu vadisinin en dar kesi­minde
kurulmalıdır. Çünkü bu yerler, hem
daha da­yanıklı hem de set yapılacağı için daha ekonomik olmaktadır.


 

Akarsuyun boyuna profilinde suyun düşürülebile­ceği eğim kırıklığının (düşme yüksekliği) bulun­ması gereklidir.
Yani yatak eğimi uygun olmalıdır.


 

 


 

İKİNCİ BÖLÜM:


 

Şehirlerin Fonksiyonları ve Etki Alanları 


 

I. NÜFUS POLİTİKALARI 


 

Nüfus, günümüzde ülkelerin en fazla
üzerinde durdu­ğu konulardan biridir. Artan Dünya nüfusu, bir yandan sınırlı doğal kaynakları tüketirken diğer yandan nüfu­sun ülkeler için önemi giderek artmaktadır.


 

Yirminci yüzyılın ortalarına kadar ülkeler, nüfusun faz­lalığını güçlü olmak için gerekli ve
yeterli bir faktör ola­rak görüyorlardı. Ancak günümüzde nüfusun sayısal fazlalığından daha çok nitelikleri üzerinde durulmakta­dır.


 

Günümüzde ülkeler aşırı nüfus artışının sorunlara ne­den olması ve buna karşı önlem alınması gerektiğin­den çeşitli nüfus politikaları uygulamaktadır. Diğer ta­raftan bazı ülkelerde de nüfusun çok az artması veya eksilmesi ülkelerin varlığını ve geleceğini tehdit etmek­tedir.
Bu nedenle ülkelerin uyguladığı nüfus politikala­rında, nüfusun belli bir oranda, sorunlara yol açmadan artışı hedeflenmektedir. Oysa bu her zaman her ülke için o kadar kolay
olmamaktadır.


 

Dünyada genel olarak uygulanan üç çeşit nüfus poli­tikası vardır. Bunlar sırasıyla;


 

ﺇ      
Nüfus artış hızını azaltmaya yönelik olarak uygula­nan nüfus politikası: Çin, Hindistan ve
Bangladeş gibi ülkelerde uygulanır.


 

ﺇ      
Nüfus artış hızını yükseltmek için uygulanan nüfus politikası: Son yıllarda nüfusu hızla azalan gelişmiş Avrupa ülkelerinde uygulanır.


 

ﺇ      
Nüfusun nitelik ve niceliğini iyileştirmek için uygu­lanan nüfus politikası: Özellikle Türkiye gibi geliş­mekte olan ülkelerde uygulanır.


 

Ülkelerin Farklı Nüfus Politikaları 


 

Japonya 


 

II.  Dünya Savaşı'ndan çıkan Japonya'da ilk önceleri nüfus politikaları nüfusun artması yönünde olmuş, ai­lelerin çok sayıda çocuk sahibi
olmaları özendirilmiştir.Bu nüfus politikası sonucunda 1947'de ülkenin nüfus artış hızı % 2'ye yükselmiştir.Artış beklenenin üzerinde olunca Japonya hükümeti nüfus artış hızının düşürebilmek için 1948de çıkardığı bir yasa ile sıkı bir aile planlaması uygulamasına baş­lamıştır. Bu uygulamanın sonucunda 1980lerin başın­da nüfus artış hızı % 1 'in altına düşmüştür.1990lı yıllara gelindiğinde, nüfus artış hızı çok düşük seviyelere
inince Japon hükümeti ailelerin çok çocuk sahibi
olmaları için yeniden kampanyalara başlamıştır. Ancak
beklenen artış sağlanamamıştır. 2000 yılına ge­lindiğinde nüfus artış hızı, % 0,1 in altına inmiştir.


 

Çin 


 

Çin, günümüzde Dünya'nın en fazla nüfusa sahip ül­kesidir, 1950li yıllara kadar Çin hükümeti nüfusu güç olarak gördüğü için yayılma politikası uyguluyordu.
Ancak 1953 yılı sayımlarında nüfus 583 milyon olarak açıklanınca artış hızını düşürmek için ilk önce şehirler­de doğum kontrol çalışmaları başlamış ancak yeterli olmamıştır. Nüfus artış hızı düşürülemeyince 1979da
aile başına tek çocuk sahibi olma zorunluluğu getiril­miştir. Daha sonra kırsal kesimden
gelen yakınmalar üzerinde 4 yıl sonra bir çocuk daha sahip
olma hakkı tanınmıştır. 2004 yılı verilerine göre Çin'in nüfusu 1,3 milyara ulaşmıştır.


 

Fransa 


 

Günümüzde Avrupa ülkeleri en düşük nüfus artış hızı­na sahiptir. Bu nedenle nüfuslarını artırmak için deği­şik politikalar izlemektedirler. Fransa da bu ülkelerden biridir. Fransa'nın nüfus artış hızı I. ve II. Dünya savaş­larından sonra düşmüştür.


 

Ekonomik gelişmelerin etkisiyle 1950 -1975 yılları ara­sında nüfus hızlı artmaya başlamıştır. Ancak 1975'ten sonra nüfus artış hızı gözle görülür bir şekilde düş­müştür. Fransa, bu
durumun getireceği olumsuz so­nuçları engellemek için 1985 yılından itibaren ailelerin daha fazla çocuk sahibi olmalarına yönelik afişlerle kampanya başlatmış ayrıca yabancı işçi göçüne izin vermiştir.


 

2. TARİHSEL SÜREÇTE ŞEHİRLER 


 

İlk şehirlerin ortaya çıkışı ve yeryüzünde şehirleşme hareketlerinin başlangıcı eski olmasına karşın, Sanayi inkılabı'yla şehirleşme süreci hızlanarak günümüzde de devam
etmektedir. Dünya'daki ilk şehir yerleşmele­ri Mısır, Hindistan ve Güneydoğu Asya'nın akarsu va­dilerinde tarımın gelişmesiyle
belirmeye başlamıştır.


 





  


 


   
   
    
    
    
    
    
    
    
    
    
    
    
    
   
   
   
  
   
 


 

 






 

TARİHSEL SÜREÇTE ŞEHİRLERİN NÜ­FUS GELİŞİMİ 


 

En eski şehirlerin günümüz şehirlerine
oranla nüfusları çok azdı. Örneğin, Mezopotamya'da Sümerler'e ait şe­hir nüfusu genel olarak 7 bin ila 20 bin arasında değiş­mekteydi. Günümüze doğru şehir nüfusları hızlı bir ar­tış göstermektedir. Örneğin, Londra'nın nüfusu 1800 yı­lında 1 milyon iken 1890 yılında 5 milyona
2000 yılında ise 15 milyona ulaşmıştır. 1820 yılında nüfusu 100 000'i aşan şehirlerin sayısı 22 iken 1890 yılında bu sayı 120'ye ulaşmıştır.


 

ŞEHİRLERİN FONKSİYONEL GELİŞİMİ 


 

Yeryüzünde ortaya çıkan ilk şehirler, insanların tarım­sal faaliyetlere başlamasına bağlı olarak ortaya çıkmış­tır. Sanayileşme hareketinin
gelişmesi ile şehirleşme artmış ve şehirlerin fonksiyonel değişimi hızlanmıştır. Değişen koşullara bağlı olarak şehirlerdeki faaliyetler farklılaşmıştır.


 

ŞEHİRLERİN GELİŞİMLERİNİN KÜRE­SEL ETKİLERİ 


 

Şehirlerin çevresine olan etkileri şehrin nüfus ve fonk­siyonel özelliklerine göre değişmektedir. Şehirler sa­hip
oldukları özelliklerine göre etkileri yerel, bölgesel ve küresel boyutlarda
olabilmektedir. Örneğin New York'ta meydana gelen bir olay Dünya'nın büyük bir kısmını etkilerken Sudan'ın Hartum şehrinde meydana
gelen bir olay sadece yakın çevresini etkileyebilmekte­dir. Şimdi küresel etkisi fazla olan bazı şehirleri incele­yelim.


 

Roma


 

Roma, Dünya tarihindeki belirleyici rolünü asırlar bo­yunca sürdürdüğünden "Dünya'nın Başkenti" unvanı­na layık görülmüştür. Roma, bazı araştırmacılara göre kuruluşundan 1000 yıl sonra 1 milyona varan nüfusuy­la İngiltere'den
Basra Körfezi'ne
Karadeniz kıyıların­dan Afrika'ya kadar uzanan Roma imparatorluğu'nun başkenti idi. Bundan dolayı sadece imparatorluğun sı­nırları içinde kalan
yerleri değil Dünyanın büyük bir kesimini siyasi ve dinî olarak etkisi altına almıştır. Roma'nın gücü doğuya yani istanbul'a kayınca şehir hem
etkisini hem de nüfusunu önemli oranda yitirme­ye başladı. 13. yüzyılda nüfusu sadece 30 bin kadar­dı. Siyasî, dinî ve kültürel odak noktası olarak büyüme sürecine giren Roma'nın nüfusu günümüzde 3 milyo­na
ulaşmıştır. Roma, Katoliklerin dinî merkezi olan Va­tikan'ı içine aldığından çift başkent özelliğine sahiptir. Vatikan'ın küresel etkisi İtalya'dan çok daha büyüktür.


 

New York 


 

1613 yılında Hollandalılar tarafından New Amsterdam adı altında kurulan şehir, 1664 yılında ingiliz yönetimi­ne geçti ve New York ismini aldı. ABD'nin 1778 yılın­dan itibaren 2 yıl süreyle başkenti oldu. New York, ABD'nin nüfus bakımında en büyük şehridir.


 

Çevresindeki
yerleşim bölgeleriyle birlikte, New York metropolitan bölgesinin nüfusu 21 milyondur. ABD ve Dünya'nın önemli şirketlerinin merkezleri, sivil toplum örgütleri ulusal ve
uluslararası etkili medya
kuruluşları burada toplanmıştır. New York'un
caddelerinden biri olan Wall Street, Dünya'nın en önemli finans merkezi­dir. Bu yönüyle Dünya ekonomisinin
kumanda ve kon­trol merkezidir. New York ticaret ve sanayinin olduğu kadar, eğitim ve kültür faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir yerleşim merkezi özelliği göstermektedir.


 

3. ŞEHİRLER VE ETKİ ALANLARI 


 

Şehirlerin gelişmesinde önemli paya sahip olan faali­yet türü o şehrin asıl fonksiyonunu belirler. Bazı şehir­ler ise aynı anda birden fazla fonksiyona sahip olabilir. Şehirler çeşitli faaliyet ve
hizmetleri kendinde topla­mıştır. Bunlarla dar
veya geniş alanları etkiler. Ayrıca şehrin etki bölgesiyle bir bütün oluşturan ve gelişen yerleşmeler ortaya çıkmıştır. Şehirsel fonksiyonlar şe­hirleri çevrelerine göre bir cazibe merkezi hâline getir­miştir. Bundan dolayı şehirler, çevresindeki nüfusu kendine doğru çeken bir özelliğe sahiptir.


 

DÜNYA'NIN BÜYÜŞEHİRLERİ NERE­DE KURULMUŞTUR? 


 

Dünya üzerinde değişik özelliklere sahip
pek çok şe­hir bulunmaktadır. Ancak bazı şehirler konumu, hinter­landı ve fonksiyonları sonucunda oldukça gelişmiş, Dünya'daki sayılı şehirler arasında yerini almıştır. Dün-yadaki büyük şehirlerin özellikleri incelendiğinde, bu şehirlerin genellikle
orta kuşakta yer aldığı görülmek­tedir.
Bunlardan bazıları deniz kıyısında olup hinterlandıyla bağlantısı kolaydır. Bazıları doğal güzellikleriyle insanları kendine çekerek etki alanı oluşturmuş, bazı­ları sanayi faaliyetlerinin âdeta merkezi konumuna gel­miş, bazıları da tarihi özelliklerinin etkisiyle Dünya'nın büyük şehirleri arasındaki yerini almıştır.


 

ŞEHİRLERİN FONKSİYONLARI VE ET­Kİ ALANLARI 


 

Aşağıda yer alan bazı şehirlerin etki alanları ile etki alanlarının oluşmasında etkili olan
fonksiyonların neler olduğunu inceleyelim.


 

Mekke 


 

Çöl ortasında kurulan bir şehir olmasına karşılık, İsla­miyet'le
birlikte önem kazanmıştır. Bu özelliği ile sade­ce yakın çevresini değil, Dünya'daki tüm müslümanları etkisi altına almıştır. Her yıl Dünya'nın farklı bölgele­rinden yüz binlerce müslüman bu şehri ziyaret
etmek­tedir.


 

Essen 


 

Avrupa'nın en büyük sanayi bölgelerinden olan Ruhr Bölgesindeki Essen şehri 18 yüzyılda küçük bir şehir iken çevresindeki geniş kömür yataklarına bağlı olarak gelişmiştir.


 

Şam 


 

Şam, geçmişte kervan yollarının üzerinde kurulan bir şehirdir. Günümüzde de gelişen ve değişen şartlara uyum sağlamış, ulaşım yolları üzerinde bulunmanın avantajını kullanarak gelişimini devam
ettirmiştir.


 

Marsilya 


 

Yunanlı denizciler tarafından kurulan Marsilya şehri, zamanla Vieux Limanı etrafında genişleyerek bugünkü hâlini almıştır. Günümüzde Akdeniz'in
en büyük ticari kapasitesine sahip liman şehridir


 

Oxford 


 

Oxford eğitim hizmetlerinin ön plana çıktığı bir şehirdir. Bu özelliği şehrin özel bir karakter
kazanmasını sağ­lamıştır. Oxford'ta yüksek düzeyde eğitim faaliyetleri yürütülmekte olup, Dünya'nın değişik bölgelerinden
gelen öğrenciler burada öğrenim görmektedir.


 

Paris 


 

Fransa'nın idari ve siyasi merkezi olan Paris, 987 yılın­da Fransa'nın başkenti olmuş ve bu tarihten itibaren idari merkez olarak kalmıştır. Bununla birlikte Paris Dünya'nın moda merkezi
durumundadır.


 

Tokyo 


 

Japonya yer altı kaynakları yetersiz olmasına karşılık, yüksek teknolojiyi kullanarak Dünya'nın en önemli sanayi ülkelerinden bir hâline gelmiştir. Bunda başkenti olan Tokyo önemli rol oynamıştır. Demir yolu şebekesinin ülke dışına güçlü bir filo ile bağlanmış olması, gerek ham
madde sağlanmasını gerekse Dünya pazarlarına erişilmesi açısından büyük kolaylık­lar sağlamıştır. Bu özelliği sanayi faaliyetlerinin
Tokyo şehrinin çevresinde yoğunlaşmasında etkili olmuştur.


 

 


 

BÖLÜM-3


 

Ekonomik Faaliyet TÜRLERİ


 

 


 

1. DOĞAL VE BEŞERİ UNSURLARIN
EKONOM
İYE ETKİSİ 


 

insanların beslenme, barınma, korunma
gibi temel ih­tiyaçlarının varlığı, ekonomik
faaliyetlerin çeşitlenmesi­ni ve gelişmesini sağlamıştır. Ekonomik faaliyet türleri; üretim, dağıtım ve tüketim olmak üzere üçe ayrılır. Mal ve hizmetlerin sağlanmasına üretim, mal ve
hizmetle­rin tüketiciye ulaştırılmasına dağıtım, mal ve hizmetle­rin kullanılmasına tüketim
denir. Ekonomik faaliyetler hiç bir zaman tek başına ele alınamaz. Örneğin, üretim için tüketim, tüketim için üretim gereklidir. Üretim ile tüketim arasındaki köprüyü de dağıtım kurar.


 

ÜRETİM, DAĞITIM VE TÜKETİMİ ETKİLEYEN DOĞAL FAKTÖRLER 


 

Üretim, dağıtım ve tüketim
etkinlikleri bir çok doğal faktörden etkilenir. Bunların başlıcaları; ham madde kaynaklarına yakınlık, su kaynaklarına yakınlık, iklim koşulları ve yer şekilleri özellikleridir.


 

Ham maddenin bozulabilir olduğu yerlerde, üretim te­sisleri genellikle ham madde kaynağına yakın veya kolay ulaşılabilecek bir
yere kurulur. Örneğin konserve tesisleri sebze ve meyve yetiştirilen bölgelere kurulur. Bazı ham maddelerin işlenmesi sırasında büyük oran­da suya ihtiyaç vardır. Bundan dolayı suya ihtiyaç du­yulan kâğıt ve demir - çelik fabrikaları ile nükleer ve termik
santrallerin seçiminde su
kaynaklarının yakını tercih edilir.


 

İklim, bazı sanayi kollarının yer seçiminde dolaylı etki­ye sahiptir. Ham madde olarak tarımsal ürünlerin kul­lanıldığı tesisler, iklim
koşulları tarımsal ürünleri etkile­diğinden, dolaylı olarak
etkilenmiş olur. Bazı tesisler üzerinde ise doğrudan etkiye
sahiptir. Örneğin, soğuk iklim bölgelerinde
tesislerin ısıtılması ek bir masraf
ge­tirdiğinden ve ulaşım koşullarının güçlüğünden sanayi
tesislerinin sayısı azdır. İklim koşulları çalışanlar üze­rinde de etkilidir. Şiddetli sıcaklar ve soğuklar çalışma verimini düşürür.


 

Yer şekilleri, kara yolu ve demir yolu ulaşımını etkiledi­ği için dolaylı olarak üretim, dağıtım ve tüketimi de et­kilemektedir. Ham maddenin gerek işleneceği tesise gerekse üretilen ürünlerin tüketiciye
sunulabilmesi ulaşımla bağlantılıdır. Bu nedenle, yer şekillerinin en­gebesiz olduğu bölgeler sanayi
tesislerinin kurulması­na elverişlidir.


 

Teknik ve coğrafyanın birbirine yaptığı etkiyi konu alan bilim dalına teknocoğrafya denir. Teknocoğrafya, üretim tesislerinin çevre koşullarına uygun olarak yapılması için gerekli araştırmaları yapar ve yatırımcıları bu konularda bilgilendirir.


 

ÜRETİM, DAĞITIM VE TÜKETİMİ ETKİLEYEN BEŞERΠFAKTÖRLER 


 

Üretim faaliyetleri üzerinde etkili olan beşerî faktörler­den bazıları şunlardır:


 

ﺇ      
Sermaye


 

ﺇ      
İş gücü 


 

ﺇ      
Teknolojik gelişmeler


 

ﺇ      
Tarım 


 

ﺇ      
Sanayi


 

 


 

Dağıtım faaliyetleri üzerinde etkili
olan be
şerî faktörler­den bazıları şunlardır:


 

ﺇ      
Ulaşım yolları


 

ﺇ      
İletişim teknolojileri


 

ﺇ      
Modern pazarlama teknikleri


 

ﺇ      
Sermaye birikimi


 

Tüketim
faaliyetleri 
üzerinde etkili olan beşerî faktörler­den bazıları şunlardır:


 

ﺇ      
Temel ihtiyaçlar


 

ﺇ       Tanıtım ve reklam


 

ﺇ       Kitle iletişim araçları


 

ﺇ       Moda


 

ﺇ       Gelir düzeyi


 

Bölgeler arasındaki farklı etkinlikler de üretim, dağıtım ve tüketimi geliştirmiştir. Örneğin, ülkemizdeki rafineri­lerde işlenen ham petrolden elde edilen ürünler, ülke­nin her
tarafına taşınmakta ve tüketicilere ulaştırılmak­tadır. Bu faaliyete
bağlı olarak, ülkemiz içerisinde fark­lı alanlar arasında ticari ilişkiler gelişmektedir.


 

ÜRETİM, DAĞITIM VE TÜKETİM SEKTÖRLERİNİN ETKİLEŞİMİ 


 

Yeryüzünün farklı bölgelerindeki
ekonomik faaliyetler üretim, dağıtım ve tüketim bakımından etkileşime ne­den olmuştur. Örneğin, tarımsal faaliyetlerle elde edi­len pamuk, dokuma
fabrikalarında işlenip kumaş ol­duktan sonra ulaşım araçları vasıtasıyla konfeksiyon
atölyelerine ulaştırılır. Buralarda elbise olduktan sonra tekrar ulaşım araçlarının vasıtasıyla tüketicilere ulaştırı­lır. Bunun sonucunda farklı sektörlerin arasında karşı­lıklı etkileşim gerçekleşir.


 

Tarım ve Hayvancılıkta Üretim, Dağıtım ve Tüketim Etkileşimi


 

Kırsal kesimlere
ulaşım ağlarının uzanmadığı dönem­lerde çiftçiler ihtiyaçları kadar üretim yapmaktaydılar. Tarımdaki gelişmeler ile birim alandan elde edilen ve­rim artmış, üretim fazlası ürünler elde edilmiştir. Ulaşım yollarının gelişmesi ile birlikte bu ürünler tüketim alan­larına ulaştırılmıştır. Günümüzde bir ürünün dağıtımı kıtalar arasında bile kolaylıkla yapılabilmektedir. Sebze ve meyve gibi çabuk bozulan tarım ürünlerinin kısa sü­rede tüketiciye ulaştırılması zorunluluğu vardır. Bu du­rum ürünlerin sağlıklı bir şekilde pazarlara ulaştırılabil­mesi için özel teknoloji
ile donatılmış ulaşım araçları­nın geliştirilmesine
neden olmuştur. Böylelikle ürünler bozulmadan
tüketiciye ulaştırılmaktadır.


 

izmir ve çevresinde, üzüm ve incir gibi tarım ürün­lerinin üretim miktarları geçmişten günümüze giderek artmaktadır. Bunda, bölgedeki ürünlerin deniz ve kara yolu ulaşımının gelişmesine paralel olarak daha geniş tüketici kitlesine
ulaştırılabilmesi etkilidir.


 

Hayvancılıkta da tarıma benzer bir durum söz konusu­dur.


 

Tüketimin Üretimi Etkilemesi


 

Tarım ve hayvan ürünlerine olan tüketim talebi azalırsa üretim de azalmaktadır. Örneğin, ülkemizde kuş gribi vakaları nedeniyle tavuk tüketimi azalmış, bu da tavuk üretimini durma noktasına getirmiştir.


 

Tüketimin Fazla Olması Üretimi Nasıl Etki­ler?


 

Bir ürünün tüketim alanının genişlemesi üretimini artı­rır. Örneğin, buğdaydan ekmek, pasta, makarna, bul­gur gibi yiyecek maddeleri üretilir. Buğdayın tüketim alanının genişlemesi ve uzun süre saklanabilmesi, ürünün Dünya çapında çokça üretilmesine neden ol­muştur. Tüketimin fazla olmasına bir diğer örnek kah­vedir. Kahveye olan talebin artması onun ana vatanı dı­şında öncelikle Yemen, Hindistan sonrasında Kolom­biya, Meksika, Ekvador ve diğer Orta Amerika ülkele­rinde yetiştirilmesine
neden olmuştur. Bugün en çok kahve üreten ülke Brezilya'dır.


 

Üretim, Tüketim ve Dağıtımın Yeni Sektörle­rin Ortaya Çıkmasına Etkisi


 

insanların bir kısmı yiyeceklerini akarsu, göl ve deniz­lerden balık tutarak temin etmiştir. Zamanla bu ürünle­rin fazlasını pazarlamış böylece yeni bir iş kolu ortaya çıkmıştır. Deniz ürünleri çabuk bozulduğu için başlan­gıçta yakın pazarlara ulaştırılmıştır. Teknolojinin geliş­mesiyle birlikte balık işleme,
ambalajlama, soğutucumu taşıma vs. iş kolları ortaya çıkmıştır. Görüldüğü üzere üretim, dağıtım ve tüketim sektörleri hem
birbirini et­kilemekte, hem de yeni sektörlerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır.


 

Tükenebilir Enerji Kaynaklarında Üretim, Dağıtım, Tüketim İlişkisi


 

Tükenebilir enerji kaynaklarından olan kömürün, üre­tim ve kullanım alanlarının büyük oranda aynı yerde toplandığı görülür. Kömür havzaları, farklı sanayi kolla­rını kendine yakın alanlara çekmiştir. Örneğin, metal
sanayiinin kömür havzalarının yakınında gelişmesinin nedeni
budur. Metal sanayiinin gelişmesi de diğer ekonomik
faaliyet kollarının gelişmesini sağlamıştır. Günümüzde gelişen ulaşım ağı ile birlikte metal sana­yiinin kömür havzalarının yakınında toplanma zorunlu­luğu ortadan kalkmıştır. Artık limanların çevresinde de
metal sanayii gelişme göstermeye başlamıştır. Dünya'daki başlıca kömür havzalarının kıtalara göre dağı­lışı şöyledir:


 

Amerika 


 

ABD, Dünya'nın en zengin kömür yataklarına sahiptir. Kömür yatakları Apalash(Apalaj)
Dağları boyunca uzanmaktadır. Üretilen kömür göller bölgesindeki baş­ta metal sanayii olmak üzere sanayi kuruluşlarında kullanılır.


 

Avrupa 


 

ingiltere, Almanya, Belçika, Fransa ve Polonya'da zen­gin taş kömürü yatakları vardır. Bu bölgede metal sanayii gelişmiştir.


 

Asya 


 

Sibirya, Çin, Hindistan ve Rusya Federasyonu'nda kö­mür yatakları bulunur. Çıkarılan kömür, buralarda ku­rulan sanayi tesislerinde işlenir. Hindistan'ın batısında ve kuzeydoğu ucunda zengin kömür yatakları bulun­masına bağlı olarak sanayi buralarda gelişme göster­miştir.


 

Okvanusva 


 

Avustralya'da kömür yataklarına bağlı olarak, Sidney
ve Brisban bölgesinde metal
sanayii gelişme göster­miştir.


 

2. EKONOMİYE YÖN
VEREN G
ÜÇDOĞAL KAYNAKLAR


 

DOĞAL
KAYNAK NED
İR? 


 

Doğada kendiliğinden oluşmuş, insan aklı ve tekniği­nin ürünü olmayan, meydana gelme aşamalarında in­sanın herhangi bir
rolünün olmadığı bütün zenginlik kaynakları doğal kaynak olarak adlandırılır.


 

Dünya üzerinde yapılan pek çok beşerî faaliyetin te­melinde doğal kaynaklar vardır. Örneğin, tarım aslında beşerî bir faaliyettir. Ancak faaliyetin esas kaynağı do­ğal bir kaynak olan tarım topraklarıdır. Aynı şekilde su­lar da
doğal kaynak olup,
bu ortamda balıkçılık, ener­ji üretimi ve ulaşım etkinlikleri birer beşerî faaliyettir.


 

Doğal Kaynakların Sınıflandırılması 


 

Doğal kaynaklar, çok fazla çeşitlilik gösterir. Çeşit ba­kımından zengin olan doğal kaynaklar değişik kriterler göz önüne alınarak sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırma temelde tükenebilen
doğal kaynaklar ve tükenme­yen doğal
kaynaklar şeklinde olmaktadır.


 

Tükenebilen doğal kaynaklardan başlıcaları; petrol, doğal gaz, kömür, madenler vs. dir.


 

Tükenmeyen doğal kaynaklar ise
kendi arasında daimi kaynaklar ve belli şartlar dahilinde kendini kendini yenileyebilen kaynaklar şeklinde ikiye ayrılır. Daimi kaynaklar; rüzgâr, dalga, su ve Güneş'tir. Belirli şartlar dahilinde kendini
yenileyebilen kaynaklar ise; orman, jeotermal enerji, toprak ve havad
ır.


 

Doğal Kaynak Ve Ekonomi İlişkisi


 

Büyük sermaye ve doğal kaynaklara sahip ülkeler do­ğal kaynaklardan
etkin biçimde faydalanma
yollarını aramaktadır. Örneğin, Rusya Federasyonu zengin pet­rol, doğal gaz ve demir yataklarını verimli biçimde kul­lanmaktadır.


 

Zengin doğal kaynaklara sahip bazı ülkeler teknik
bil­gi ve sermaye bakımından yetersiz oldukları için yete­rince gelişememişlerdir. Örneğin, Afrika'nın en fazla petrol üreten ülkelerinden olan
Nijerya'da halkın geliri ve yaşam standardı oldukça düşüktür.


 

Doğal kaynaklar yönünden fakir, ancak sermaye iş gü­cü ve teknoloji açısından zengin olan ülkeler dışarıdan ham madde alıp bu açıklarını kapatmaktadır. Örneğin, Japonya doğal kaynaklar yönüyle fakir olmasına rağ­men, yukarıda sözü edilen özellikleri
kullanarak bu açığını kapatmıştır.


 

Geri kalmış ve doğal kaynaklar yönünden fakir olan ül­keler ise
zaten yetersiz olan kaynaklarından teknik ve sermaye eksikliği yüzünden yeterince yararlanama­maktadır. Bu ülkelere Moğolistan örnek olarak verilebi­lir. Dünya nüfusunun artışı ve sanayideki
teknik gelişme­ler doğal kaynaklara olan ihtiyacı her geçen gün artır­maktadır. Nüfus artışı pazar alanları oluştururken, tek­nik
icatlar ve üretim hızının artması farklı doğal kay­naklara yönelme ihtiyacını artırmıştır. Sınırsız olan in­san
ihtiyaçları, sınırlı düzeydeki doğal kaynakların işle­tilmesi ile karşılanmaya çalışılmaktadır.


 

Doğal Kaynaklar ve Kalkınma 


 

Yetişmiş insan gücünün olmadığı bir yerde zengin do­ğal kaynaklar bir anlam ifade etmez. Çünkü kaynakla­rı çıkartan, şekillendiren, başka kaynaklarla birleştire­rek yeni kaynak üreten ve bütün bunları kendi ihtiyaç­ları için kullanan insandır. İnsan, varoluşundan bugü­ne kadar doğal kaynaklardan yararlanmıştır. Sanayi İnkılabıyla doğal kaynakların önemi daha da artmıştır. Teknik
icatlar ve gelişmeler kaynakların kullanımını da­ha da kolaylaştırmıştır. Bazı toplumlarda ulaşılan refah düzeyi doğal kaynakların en akılcı biçimde kullanılma­sından
kaynaklanmaktadır.


 

Doğal kaynaklar, ülkelerin en önemli ekonomik güçle­ridir. Kalkınma modellerini öncelikle öz kaynaklarına dayandıran ve eksiklerini dış kaynaklarla destekleyen ülkeler, kalkınma sürecini istikrarlı bir şekilde alabil­mişlerdir


 

 


 

BOLUM 4-Türkiye'yi Tanıyalım


 

1. MEDENİYETLERİN MERKEZİ
TÜRKİYE 


 

MEDENİYETLERİN BULUŞMA NOKTASI: ANADOLU 


 

Türkiye, Eski Dünya karaları olarak adlandırılan Asya, Avrupa
ve Afrika kıtalarının birbirine yaklaştığı sahada, eski medeniyetlerin beşiği Akdeniz Havzası içinde yer almaktadır.


 

Türkiye toprakları, coğrafi konumu ve diğer coğrafi özellikleri nedeniyle çok sayıda uygarlığın doğup ge­liştiği bir yer olmuştur. Dünya tarihini
incelediğimizde, geçmişte önemli rol oynamış, farklı medeniyetleri bünyesinde barındırmış ülke sayısı 10 - 15'i geçmez. Bu ülkelerin Dünya'daki
konumlarına baktığımızda coğrafi bakımdan çok elverişli ve stratejik
bölgelerde kurulduklarını görürüz. Türkiye de bu ülkeler arasında yer alır.


 

Türkiye'nin
D
ünya Üzerindeki Coğrafi Ko­numu ve Avantajları 


 

Türkiye'nin   coğrafi  
konumu   incelendi
ğinde,   büyük avantajlara sahip olduğu görülür. Bunlar:


 

ﺇ      
İnsan yaşamı için en elverişli olan orta kuşakta yer almaktadır. Bu özelliğinden dolayı Türkiye toprak­ları, tarihin en eski dönemlerinden beri büyük me­deniyetlerin kurulmasına zemin hazırlamıştır.


 

ﺇ      
Türkiye'nin büyük bir kısmı Asya Kıtasının güney­batı ucunda, Avrupa Kıtası'nın güneydoğusunda, yer almaktadır. Bu yönüyle Türkiye, hem Asya hem de Avrupa ülkesidir.


 

ﺇ      
Öte yandan Türkiye Orta Doğu ülkesidir. Orta
Do­ğu ülkelerinin büyük bir kısmı Afrika'da yer aldığın­dan, Türkiye Afrika Kıtası ile de temas
halindedir.


 

ﺇ      
Genel olarak dağlık bir ülkedir. Ovalar kıyılarda ve akarsu
vadilerinde yer almaktadır. Akarsular bakı­mından da bölgenin en zengin
ülkesidir.


 

ﺇ      
Üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada ülkesi olan Türkiye'nin İstanbul ve Çanakkale boğazları strate­jik öneme sahiptir. Türkiye'nin sahip olduğu deniz­ler, Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusu'na Süveyş Kanalı aracılığıyla Kızıldeniz ve Hint Okya­nusu'na bağlantılıdır.


 

ﺇ      
Türkiye, yer altı ve yer üstü zenginlikleri bakımın­dan Dünya'daki zengin ülkeler arasında yer alır.


 

ﺇ      
Tarımsal kaynakları bakımından Dünya'da kendi
kendine yeterli sayılı ülkeler arasındadır.


 

ﺇ      
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan ulaşım ağlarına sahiptir.


 

ﺇ      
Doğal güzellikleri ve
tarihi özellikleri
nedeniyle, gü­nümüzde diğer Akdeniz ülkeleri ile birlikte önemli bir potansiyele sahiptir.


 

Tarihin ilk dönemlerinden itibaren, Anadolu'da aynı za­man diliminde birden fazla büyük medeniyet yan
yana yaşamıştır. Anadolu'nun denizlere kıyısı olduğundan uzaktaki birçok farklı medeniyetle de etkileşimi olmuş­tur. Hemen hemen aynı bölgede kurulmalarına rağ­men, Mısır ve Yunanistan'da kurulan medeniyetler Ana­dolu'da
birbirini takip eden veya aynı dönemde yan yana
yaşamış olan Hatti, Hitit, Troia(Troya), Urartu,
Frygia(Frigya), Lydia(Lidya), Kria(Karya), Lykia(Likya), Helen, Galat, Roma,
Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi medeniyetlerin izleri bulunmaktadır.


 

Tarihin
ilk çağlarında Anadolu Yarımadası'nın doğu­sunda ve orta
bölgelerinde Hatti
ve Hitit beylikleri, batıda ise Robalılar, Belekler ve Melaslar gibi çeşitli dil ve etnik yapıya sahip medeniyetler yaşamaktaydı. Anadolu'ya
gelen kavimler, yer şekillerinin
engebeli yapısından dolayı Anadolu'nun bazı bölgelerine yer­leşmişlerdir. Türkler ise Anadolu'ya geldikten kısa bir süre sonra Anadolu'nun tamamına hâkim olarak bu
parçalı yapıya son vermişlerdir. Anadolu
Yarımadası, coğrafi özelliklerinden
dolayı tarihin her döneminde mutlaka bir medeniyete be­şiklik etmiştir. Bu nedenle Anadolu Yarımadası; Medeniyetlerin Beşiği Topraklar olarak adlandı­rılmış ve burada kurulan medeniyetlerin hepsine Anadolu Medeniyetleri denilmiştir.


 

2. TÜRKİYE'DE ARAZI KULLANIMI


 

Ülkemiz yüzey şekilleri bakımından çeşitli özelliklere sahiptir. Bu durum arazi kullanımını da çeşitlendirmiş-tir. Örneğin, geniş ovalar yerleşme ve tarımsal faaliyet­ler için, yüksek yaylalar
hayvancılık ve yer yer turizm için kullanılır. Buna karşılık kayalık ve bataklık gibi alanların kullanımı son derece kısıtlıdır.


 

Türkiye'de mevcut ovalar toplam arazinin % 8'ini kap­lamaktadır. Yürütülen ekonomik faaliyetlerin büyük bir kısmı çok geniş yer tutmayan bu
alanlarda yoğunlaş­mıştır. Öte yandan ülkemizde en fazla yeri dağlık ve engebeli
araziler tutar. Bu alanlarda genellikle hayvan­cılık faaliyetleri
ile çok yüksek gelir getirmeyen tarım­sal faaliyetler yapılır. Aynı zamanda buralarda ulaşımın gelişmemesi araziden
yararlanmayı sınırlandırmıştır.


 

Aşağıda, Türkiye'deki arazi kullanımına ait bazı örnek­ler verilmiştir.


 

ﺇ      
Ülkemizdeki delta
ovaları önemli tarım arazileridir. Son yıllarda bu ovalarda sanayi faaliyetleri ile yer­leşim birimleri yoğunlaşmıştır. Bafra, Çarşamba, Büyük ve Küçük Menderes ovaları ile Çukurova bu tür ovalara örnek verilebilir.


 

ﺇ      
Karadeniz, Ege ve Akdeniz kıyısında yer alan ova­lar,
elverişli yer şekilleri ve ılıman iklim koşullarına bağlı olarak tarım faaliyetlerinin yoğunlaştığı yerle­dir. Tarımsal faaliyetlere bağlı olarak kıyı ovaları da zamanla yerleşim birimleri kurulmaya başlanmıştır. Örneğin, Samsun - Bafra arası önceleri
ormanlarla kaplı iken, ormanlar
tahrip edilerek birçok köy ku­rulmuştur.


 

ﺇ      
Özellikle Akdeniz
ve Ege kıyılarında ulaşım ağları­nın gelişmesiyle beraber, kıyı kesimde turizm
faali­yetleri canlılık kazanmış, bu kesimlerdeki arazilere turistik tesisler yapılmaya başlanmıştır.


 

ﺇ      
Vadi kenarlarında yer alan alüvyal ovalarda
tarım­sal
faaliyetler yoğunlaşmış, ovalar ile dağlar ara­sındaki yamaçlarda yerleşim birimleri
kurulmuştur. Aynı durum, karstik ovalar ile yer altı suyu bakımın­dan zengin
tektonik ovalar için de geçerlidir. Eski­şehir, Bursa, Adapazarı, Eskişehir, Acıpayam ova­ları bu arazilere örnek verilebilir.


 



  
  
  
  
  


  
  
  
  
  


  
  
  
  
  


  
  
  
  
  


  
  
  
  
  


 

Eğim değeri (%)


 

 

Kapladığı alan km2


 

 

Ülke
  toprakları içindeki oranı
  (%)


 

 

Açıklama


 

 

Kullanım alanı


 

 

0-5


 

 

65 846


 

 

8.5


 

 

Düz ve hafif eğimli


 

 

Ovalar,
  dolgu sahaları, eski göl tabanları.


 

Yer altı suyu bakımından zengin, tarımsal faaliyetlere uygun olup
  bu


 

amaçla kullanılan alanlardır.


 

 

5-10


 

 

100 386


 

 

12.8


 

 

Orta eğimli hafif dalgalı


 

 

Plato sahaları, iç kesimlerde kalan ovalar, tarıma uygun alanlardır. Ulaşım
  sistemi bu sahalar üzerinde gelişmiştir. Yerleşmenin, sanayi ve ticaret
  tesislerinin yaygın olduğu alanlardır.


 

 

10- 15


 

 

125 909


 

 

16,2


 

 

Çok eğimli


 

 

Derince yarılmış vadiler ve tepelik alanlar. Toprak çok ince, erozyon çok şiddetlidir. Yer altı suyu bakımından fakir, yüzeysel akış hızlıdır. Yer yer
  kuru tarım yapılabilir. Küçük köyler buralarda
  yer alır,


 

 

15'ten fazla


 

 

487 864


 

 

62.5


 

 

Sarp


 

 

Erozyon şiddetlidir. Tarım ancak taraçalarda
  yapılabilir. Toprak örtüsünün
  inceldiği bu alanlarda hayvancılık ve ormancılık faaliyetleri yapılmaktadır. Seyrek nüfuslanan yerlerdir.


 


 

ﺇ      
Orta Anadolu platoları geçmiş yıllarda hayvancılık­ta daha çok kullanılırken, bugün tarımsal faaliyet­ler
gelişmiş ve kır yerleşmeleri ile orta
büyüklükte­ki yerleşmelerin sayısı artmıştır.


 

ﺇ      
Volkanik arazilerdeki plato ve ovalarda verimli ara­zilere
bağlı olarak tarım, beraberinde de yerleşme­ler gelişmiştir.


 

ﺇ      
Batı Karadeniz'deki platolar genellikle ormancılık ve tarım amacıyla kullanılmaktadır.


 

ﺇ      
Şanlıurfa civarındaki plato yüzeylerinde
toprak ta­bakası oldukça incedir. Çoğu yerinde taş ve çakıl hâkim olduğundan buralar genellikle ilkbahar mevsiminde mera olarak kullanılmaktadır. Yüksek ve engebeli
olan Taşeli ve Teke
platolarında, hay­vancılık faaliyetleri yaygındır.


 

ﺇ      
Ülkemizin doğusu iklim ve yer şekillerine bağlı ola­rak önemli hidroelektrik potansiyeline sahiptir. Dağlar arasındaki birçok yerde
barajlar kurulmuş­tur. Keban,
Karakaya ve Atatürk barajları gibi.


 

ﺇ      
Ülkemizde kar kalınlığının fazla ve yer şekilleri eği­minin yeterli olduğu alanlar kış sporları ve kış turiz­mi amacıyla kullanılır.


 

ﺇ      
Dağlık arazilerin bazıları zengin yer altı kaynakları­na sahip olduğundan buralar maden çıkarma amacıyla kullanılmaktadır.


 

ﺇ      
Başta Doğu Karadeniz
olmak üzere doğal güzel­liklere sahip bir çok yer mesire alanı ve yayla turiz­mi
amacıyla kullanılır.


 

ﺇ      
Ülkemizde fazla eğimli araziler az eğimli arazilere oranla daha fazla yer tutmaktadır. Yukarıdaki tabloda Türkiye arazisinin
eğim değerlerine göre sınıflandırıl­ması ve bu arazilerin kullanım durumları gösterilmiştir.


 

3. TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SEKTÖREL DAĞILIMI 


 

İnsanların yaşamlarını ve geçimlerini sürdürebilmek için yaptığı üretim, dağıtım, tüketim, ticaret,
değişim ve bölüşüm ile
ilgili  etkinliklerin bütününe      adı verilir.
Ekonomide farklı iş kollarını kapsayan
birimler tarım, sanayi ve
hizmet sektörleri olarak üçe ayrılır. Bu sektörlerin ülke içindeki oranı ülkenin gelişmişlik düze­yi hakkında bilgi verir.
Örneğin, az gelişmiş ülkelerde tarım sektörünün ülke ekonomisi içindeki oranı yük­sekken hizmet
ve sanayi sektörünün ülke ekonomisin­deki
oranı düşüktür. Gelişmiş ülkelerde bu durumun tam tersi söz konusudur.


 

TÜRKİYE EKONOMİSİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER


 

Coğrafi
Konum
 


 

Herhangi bir ülkenin Dünya üzerindeki yeri o ülkenin coğrafi konumunu
ifade eder. Buna göre, ülkemiz Ku­zey Yarım Kore'nin orta kuşağında yer almaktadır. Bu durumun bir sonucu olarak dört mevsim özellikleri be­lirgin
olarak yaşanır, iklim koşulları genelde ılımandır. Bu durum birçok tarım ürününün yetişmesine olanak sağlamıştır. Bu durumun yanı sıra üç tarafının denizler­le çevrili olması da önemli bir
avantajdır. Karadeniz'e
komşu ülkeler ile diğer ülkeler arasındaki deniz ticare­ti İstanbul ve Çanakkale boğazları yolu ile yapılmakta­dır. Ülkemizin Asya,
Avrupa ve Afrika kıtalarının birbiri­ne en fazla yaklaştığı bir konumda
bulunması da önemli ulaşım yollarının ülkemizden geçmesinde önemli bir etkendir. Bu durum ekonomiye olumlu kat­kılar sağlarken, diğer taraftan ülkemizi doğu ve batı kültürleri arasında bir buluşma noktası hâline getirmiş­tir. Ülkemizin zengin yer altı kaynakları ile zengin su
kaynaklarına sahip olması da ekonomimizi olumlu yönde etkilemektedir.


 

Yeryüzü Şekilleri 


 

Türkiye, ortalama yükseltisi ve
engebeliliği fazla olan bir
arazi yapısına sahiptir. Bu durum tarım, sanayi ve ulaşım olmak üzere birçok ekonomik faaliyeti olumsuz etkile­miştir. Buralarda yapılan ekonomik
faaliyetlerde, başta ulaşım giderleri olmak üzere giderler artmakta ve ve­rimlilik düşmektedir.


 

Bununla birlikte ülkemizde yeryüzü şekillerinin enge­beli ve yüksek olmasının ekonomiye olumlu katkıları da olmaktadır. Şöyle ki; yeryüzü şekillerinin engebeli olması iklim çeşitliliğinin fazla olmasını bu da tarım ürünü çeşitliliğinin fazla olmasını sağlamıştır. Ülkemiz arazisinin yüksek ve engebeli olmasının getirdiği bir başka olumlu etki de, akarsularımızın hidroelektrik po­tansiyellerinin yüksek olmasıdır. Bu durumun
elektrik enerjisi üretimindeki önemi büyüktür. Ayrıca dağları­mızdan kış sporları, yayla turizmi, dağcılık ve ormancı­lık gibi alanlarda
da yararlanılarak ekonomiye önemli katkılar sağlanmaktadır.


 

Yükselti ve engebenin az olduğu yerler, ekonomik fa­aliyetleri genelde olumlu yönde etkilemiştir. Ülkemiz­deki
ekonomik faaliyetlerin önemli bir kısmı buralarda yapılmaktadır. Kıyı ovalan ile yükseltinin 500 metreden az olduğu ovalarda çok çeşitli tarım ürünleri yetiştiril­mekte ve yüksek verim elde
edilmektedir. Ayrıca ham maddesi
tarıma dayanan
sanayi kolları da bu araziler­de
yoğunlaşmıştır.


 

İklim 


 

İklim bir yerde
yapılan ekonomik
faaliyetler üzerinde doğrudan ya da dolaylı şekilde bir
etkiye sahiptir. Ülkemizin coğrafi konumundan kaynaklanan farklı ik­lim özellikleri ekonomik faaliyetlerin de çeşitlenmesini sağlamıştır. Bunları aşağıdaki örnekleri inceleyerek görelim. Ülkemizde iklimin çeşitli olması çok çeşitli tarım ürünlerinin yetiştirilmesine
olanak sağlamıştır. Örneğin, ülkemizde tropikal iklimin tarım ürünleri olan çay, muz ve turunçgil gibi ürünler yetiştirilirken; kara­sal
iklimin görüldüğü bölgelerde şeker pancarı ve tahıllar, Akdeniz
ikliminin görüldüğü bölgelerde pa­muk, zeytin, incir ve çeşitli meyveler yetiştirilir. Bu tarım ürünlerine bağlı olarak kurulan fabrikalar ülkemiz ekonomisine önemli katkı sağlar. Ülkemizdeki turistik faaliyetlerin çeşitliliği üzerinde de iklimin etkisi vardır. Sıcak iklimin hâkim olduğu Akdeniz ve Ege kıyılarında plaj turizmi gelişme gösterirken, soğuk iklimin hâkim olduğu bölgelerde kış turizmi gelişme göstermektedir.


 

İklim koşulları sanayi faaliyetlerinin dağılışında ve ge­lişmesinde önemli bir role sahiptir. Ülkemizde soğuk iklim koşullarının yaşandığı bölgelerde sanayi
gelişme olanağı bulamamıştır. Bunda ulaşım faaliyetlerinin ak­saması, ısıtma giderlerinin
maliyeti artırması gibi ne­denler etkili olmuştur.


 

Nüfus 


 

Türkiye'de hızlı nüfus artışının bir sonucu olarak genç ve dinamik nüfus oranı yüksektir. Ancak nüfusun istih­dam sıkıntısının yaşanması ekonomiyi
olumsuz yönde
etkilemektedir. Buna karşın nüfusun eğitilerek nitelikli hâle getirilmesi ve istihdamın sağlanması durumunda ülkemiz ekonomisi için önemli bir zenginlik olacaktır.


 

TÜRKİYE'NİN EKONOMİ POLİTİKALA­RI SEKTÖREL DAĞILIMI NASIL ETKİ­LEMİŞTİR? 


 

Ülkemizde
uygulanan ekonomi politikalarının amacı; doğal ve beşerî kaynakları en iyi şekilde
kullanmak, is­tihdamı artırmak, dengeli gelir dağılımını ve istikrarlı kalkınmayı sağlamaktır. Bu amaçla Cumhuriyetin ku­ruluşundan günümüze kadar farklı dönemlerde çeşitli çalışmalar yapılmıştır.


 

1923-1932 Dönemi


 

Cumhuriyet kurulduktan sonra ekonomik kalkınmanın sağlanması için ilk önce 17 Şubat 1923 yılında izmir
iktisat Kongresi toplanmıştır. Kongrede; devletin eko­nomiyi özendirici ve düzenleyici olarak etkili olması kararlaştırılmış, siyasi bağımsızlığın ekonomik bağım­sızlıkla güçlendirilmesi hedef alınmıştır. Bu dönemde tarım ve sanayi alanında da önemli gelişmeler yaşan­mış, bu sektörleri
destekleyecek politikalar izlenmiştir. Bunun için 1925 yılında aşar vergisi kaldırılmış, 1926 yılında tarımda makineleşmenin sağlanması için teş­vikler verilmiştir. Ziraat
Bankası aracılığı ile çiftçilere kredi olanağı sağlanmıştır. Sanayi kuruluşlarının teşvi­ki ve
korunması için 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanu­nu ve Gümrük Kanunu çıkarılmıştır. 1929 yılında Dün-ya'yı sarsan ekonomik bunalım nedeniyle devletçilik politikası uygulanmaya başlamış, yerli malların ülke içindeki payını artırmak için yabancı mallara yüksek gümrük vergileri konulmuştur.


 

1932-1950 Dönemi


 

Bu dönemde, devletin ekonomideki etkinliğini artır­mak için 1933 yılında Sümerbank kurulmuştur. Özel sermaye
birikiminin yetersizliği nedeniyle Türkiye'de, 1933 
yılında  devletçilik 
yoluyla  sanayileşme  politikasına geçilmiştir. Planlı sanayileşmeyi sağlamak için 1933 - 1937 yıllan arasında I. Beş Yıllık Sanayi Planı uygulanmıştır. 1938 - 1942 yılları arasında da II. Beş Yıllık Sanayi Planları yapılmış, ancak II. Dünya Savaşı nedeniyle bu plan gerçekleşememiştir. Bu dönemde savaşın etkisiyle yatırımlar azaltılıp kaynaklar daha çok savunma amaçlı kullanılmıştır. Milli Ekonomiyi Koruma Kanunu çıkarılmıştır.


 

Savaş sonrasında ekonomide
devletçilik politikasının etkisi azaltılmaya çalışılmıştır. 1947 yılında hazırlanan liberal karakterli bir kalkınma planı 1948 - 1952 yılları arasında uygulanmıştır.


 

1950 - 1960 Dönemi 


 

Bu dönemde devletin ekonomideki etkisi azalmıştır. Altyapı çalışmalarına önem verilmiş, önemli kara yolla­rı, sulama, liman enerji projeleri hayata geçirilmiş Tür­kiye âdeta bir şantiyeye dönmüştür. Tarımda önemli gelişmeler yaşanırken sanayide istenilen gelişmeler olmamıştır.


 

1960'tan Sonraki Dönem


 

1960tan itibaren ekonomik, sosyal ve kültürel kalkın­manın hızlanması amacı ile 30 Eylül 1960 tarihinde başbakanlığa bağlı Devlet Planlama Teşkilatı kurul­muştur.


 

Beş Yıllık Kakınma Planları 


 

1962 yılında yapılan ve bir yıl uygulanan kalkınma pla­nının başarılı olması üzerine, beş yıllık kalkınma plan­ları hazırlanmış ve ilk plan 1963 -1967 yılları arasında uygulanmıştır. Bu tarihten günümüze kadar dokuz
ta­ne kalkınma planı hazırlanmış ve son plan da
2007 -2013 yıllarını kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Bu planlamaların en belirgin özelliği özel sektörü yatırıma teşvik etmesidir. 1980 sonrasında devlet imalat sanayii yatırımlarını önemli ölçüde azaltmış bunun yerine alt­yapı çalışmalarına ağırlık vermiştir.


 

1983 yılından itibaren
ekonomide dışa açılma süreci başlamış, giderek bölgesel ve küresel etkilere
daha açık hâle gelmiştir.


 

Türkiye'de Mekânsal Farklılıklara Yönelik Uygulamalar ve Teşvik Politikaları 


 

Ülkemizde bölgeler arasındaki coğrafi koşulların eşit olmamasından dolayı, her yerin eşit düzeyde gelişme­si olanaklı değildir. Elverişli koşullara sahip
yerler da­ha fazla gelişirken, elverişsiz koşullara sahip bölgeler daha az
gelişir. Bu durum başta iç göçler olmak üzere çeşitli problemlere
neden olur. Bunun için ülkemizin gelişmemiş yörelerinde yapılacak yatırımları özendir­mek ve
dengeli kalkınmayı sağlamak için teşvik uygu­lamaları yapılmaktadır. Bu uygulamalardan başlıcaları;


 

ﺇ      
Vergi indirimi veya ertelemesi,


 

ﺇ      
Arsa temini,


 

ﺇ      
Araç gereç almında gümrük vergisi ve kdv
indiri­mi veya muafiyeti,


 

ﺇ      
Ucuz enerji vs.


 

ﺇ      
Ülkemizde çeşitli dönemlerde
uygulamaları yapılmış ve bu uygulamalar devam etmiştir. 2005 yılında teşvik yasası'nın kapsamı genişletilerek 49 il
bu yasa kapsa­mına alınmıştır.


 

4. TÜRKİYE'NİN MADENLERİ VE ENERJİ KAYNAKLARI 


 

Ekonomik değeri olan mineral
ve elementlere maden verilir.
Bir madeni işlemenin ekonomik
olması bazı koşullara bağlıdır. Bunlar;


 

ﺇ      
Rezervinin (maden miktarı) işletme için yeterli olması,


 

ﺇ      
Maden rezervi içindeki saf maden oranının (tenoru­nun) yüksek olması,


 

ﺇ      
Madenin çıkarıldığı bölgedeki ulaşımın kolay olması,


 

ﺇ      
Sermayenin yeterli olması gibi koşullardır.


 

Ülkemiz maden çeşitliği bakımından Dünya'da ilk beş ülke arasında yer alır. Fakat birçok maden yatağı dü­şük rezervli ve dağınık hâldedir. Bu
durum, ülkemizde­ki
madencilik faaliyetlerini olumsuz etkiler. Ülkemizde çıkarılan madenlerin bir kısmı kendi sanayi
kollarımız­da kullanılmakla birlikte önemli bir kısmı ham ya da yarı işlenmiş olarak ihraç edilmektedir. Ülkemizde ma­dencilik faaliyetleri 1935 yılında kurulan Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) ve özel sektör tarafından yürü­tülmektedir.


 

BAŞLICA MADEN ÇEŞİTLERİMİZ


 

 Demir


 

Demir, metal sanayiinin ham maddesidir. Türkiye'nin her bölgesinde rezervi vardır. Türkiye'de bugüne ka­dar yaklaşık 900 adet demir cevheri yatağı saptanmış bunlardan
ekonomik olabileceği düşünülen 500 kada­rının etüdü yapılmıştır. İşletilen başlıca demir madenle­rimiz;
Divriği ve Kangal
(Sivas), Hekimhan ve Hasan-çelebi (Malatya), Havran (Balıkesir), Niğde, Kayseri,
Adana ve Kahramanmaraş'tadır. Bu rezervlerden çıka­rılan demir
madenleri; Karadeniz Ereğli, Karabük, İs­kenderun, İzmir ve
Sivas'taki demir - çelik fabrikaların­da işlenir. Türkiye, demir
madeni zenginliği bakımın­dan Türkiye'de
sekizinci sıradadır.


 

Bor Mineralleri 


 

Tuz bileşiği hâlinde olan bor
mineralleri, hafif ve kim­yasal etkilere karşı dayanıklıdır. Bor mineralleri yakla­şık 250 değişik alanda kullanılmaktadır. Bunlar; plas­tik,
ısıya dayanıklı cam, temizlik
maddeleri üretimi, fo­toğrafçılık, çimento, ilaç, jet ve roket yakıtları ile nükle­er enerji üretimidir. Dünya bor minaralleri rezervlerinin yarısından fazlası (3 milyar ton) ülkemizde bulunur. Türkiye'yi rezerv bakımından ABD ve
Rusya izlemek­tedir. Bu rezervlerin bulunduğu başlıca maden yatak­larımız; Seyitgazi
(Eskişehir), Bigadiç ve Susurluk (Ba­lıkesir), Emet (Kütahya), Mustafa
Kemalpaşa (Bursa) yörelerindedir. Bu yörelerde çıkarılan bor tuzları Ban­dırma ( Balıkesir) ile Kırka ( Eskişehir) yörelerindeki fabrikalarda işlenir.


 

 


 





  


 

 


 

 






 

Krom 


 

Demir çelik sanayiinde paslanmaz dayanıklı çelik yapı­mında kullanılır. Ülkemizdeki en önemli krom yatakla­rı; Guleman (Elazığ), Kopdağı (Bayburt), Fethiye ve Köyceğiz (Muğla), Acıpayam ve Buldan (Denizli), Or­haneli (Bursa), Mihalıççık (Eskişehir), Karsantı ve Po­zantı (Adana) ve Kayseri'dedir. Son yıllarda 500 bin to­nun altına düşen yıllık üretimimizin yaklaşık yarısı ihraç edilir. Geriye
kalan miktar ise Elazığ ve Antalya'daki
ferro krom fabrikalarında işlenir. Türkiye krom rezervi bakımından Dünya'da beşinci sırada yer alır.


 

Bakır 


 

İnsanların ilk
kullandığı madenlerdendir. Elektrik ve ısı iletkenliğinin
fazla olması nedeniyle elektrik ve elektro­nik sanayiinde,
bunun yanı sıra makine sanayii, mutfak ve süs eşyaları yapımında kullanılır. En


 

önemli bakır ya­taklarımız Murgul (Artvin), Küre (Kastamonu),
Maden (Elazığ), ve Çayeli (Rize) yörelerindedir. Bu yörelerde el­de edilen bakır cevheri
Samsun, Murgul ve Maden'deki işletmelerde işlenir. Ülkemiz bakır üretiminde Dünya'da
yedinci sıradadır.


 

Boksit 


 

Boksit madeninin işlenmesiyle alüminyum metali
elde edilir. Alüminyum, elektrik
elektronik sanayiinde, izolas­yon malzemelerinin yapılmasında, konserve ve ambalaj sanayiinde, inşaat sektöründe ve otomotiv sanayii ol­mak üzere birçok alanda kullanılır. Ülkemizdeki başlıca boksit yatakları; Akseki (Antalya), Seydişehir (Konya), Milas (Muğla), ve Saimbeyli (Adana) gibi yörelerde bulu­nur. Bu yörelerde elde edilen boksit, Seydişehir'deki alü­minyum
tesislerinde işlenir.


 

Barit 


 

Çeşitli boyaların yapımında ve sondaj çalışmalarında kullanılır. Isıyı emme ve soğutma özelliği taşır. Kaymayı önleyici malzemelerin yapımında, cam sanayiinde de kullanılmaktadır. Alanya ve
Gazipaşa (Antalya),
Elbistan (Kahramanmaraş), Muş ve Eskişehir yörelerinde çıkarı­lan barit, İzmit, İzmir, Elazığ, Eskişehir ve
Antalya'daki barit unu fabrikalarında işlenir.


 

Fosfat 


 

Suni gübrenin ham maddesi olarak kullanılan fosfat, ül­kemizde Mazıdağı (Mardin), Adıyaman, Hatay,
Bingöl ve Bitlis yörelerinde çıkarılmaktadır. Çıkarılan fosfat Mazı­dağı fosfat işletmelerinde işlenir. Ülkemizdeki fosfat ya­takları gübre fabrikalarının ihtiyacını görecek yeterlilikte değildir. Bu nedenle başta Fas, Tunus ve Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinden ithal edilir.


 

TUZ


 

Kimya sanayii, dericilik, konserve ve salça sanayiine ka­dar birçok alanda kullanılan tuz, ülkemizde bol
miktarda ve kaya tuzu yataklarından elde edilir. En önemli göl tu­zu yatağımız Tuz Gölü'dür. En büyük deniz tuzu yatağı­mız ise izmir Körfezi'ndeki Çamaltı Tuzlası'dır. Kaya tuzu yataklarımızın başlıcaları; Çankırı, Kırşehir, Yozgat, Erzu­rum, İğdır ve Kağızman (Kars) yörelerindedir.


 

Manganez 


 

Demir, çinko, kobalt gibi çeşitli madenlerle birlikte bulu­nan manganez madeni,
işlenerek saf
manganez hâline dönüştürülür. Manganez genellikle demir çelik sanayiin­de sert ve dayanıklı sanayi çeliği yapımında kullanılır. En önemli manganez yataklarımız; Ceyhan
(Adana), Deniz­li, Kastamonu, Balıkesir, Burdur ve Sivas illerindedir.


 

Antimon 


 

Antimon cevherinin demir tozu ile ısıtılmasıyla elde edi­len antimon, paslanmaz metal sanayii,
matbaacılık, ilaç ve cam ve seramik sanayiinde kullanılır. Antimon yatak­ları; Balıkesir, Tokat, Bilecik, Kütahya ve Niğde illerinde
bulunur.


 

Cıva 


 

Doğal ortamda sıvı olarak elde edilen tek sıvı madendir. Aynaların sırlanmasında, zirai ilaç yapımında, altın çıkarımında, boya ve asit sanayiinde
kullanılır. Konya, İz­mir, Manisa ve Uşak çevresinde cıva yatakları vardır.


 

Feldispat 


 

Feldispat; cam, seramik, kaynak elektrotları ve boya sa­nayiinde kulanılan önemli bir endüstriyel ham
madde­dir. Ülkemiz 130
milyon tonluk rezervle Dünya rezevleri içinde yaklaşık % 10'luk bir paya sahiptir. Önemli feldis­pat yatakları; Demirci (Manisa), Simav (Kütahya), Çine (Aydın), Milas (Muğla) yörelerinde yer alır.


 

Asbest (Amyant) 


 

Isıya, aşınmaya, kimyasal
maddelere çok dayanıklı lifsel yapıda bir mineraldir,
itfaiyeci elbiseleri, otomobillerin fren balataları ve çatı malzemesi olan
eternit yapımında


 

kullanılır. Kanserojen
etkisi nedeniyle kullanım alanları sınırlandırmaya çalışılmaktadır. Önemli asbest yatakla­rımız; Bursa,
iskenderun, Erzincan, İzmir, Muğla ve Si­vas illerinde yer alır.


 

Mermer 


 

Ülkemiz Dünya'nın en önemli mermer üreticilerindendir. Çok çeşitli mermer türlerimizin bulunduğu ülkemizde bu yatakların çoğunluğu Marmara ve Ege bölgelerinde yer
alır. Marmara Adası (Balıkesir), Balıkesir, Bursa, Bi­lecik,
Muğla, Afyon ve
Denizli mermer yataklarının bu­lunduğu başlıca illerdir.


 

Lüle Taşı 


 

Lüle taşı, hafif ve
parlak yüzeylidir. Küçük süs eşyaları, ve takı yapımında kullanılır. Dünya'nın en kaliteli lüle ta­şı ülkemizde bulunmaktadır. Eskişehir'de (Sarısu, Kayı-köyü, Gökçeoğlu) çıkarılır.


 

Oltu Taşı 


 

Süs eşyaları ve teşbih yapımında kullanılan oltu taşı, Er­zurum'un
Oltu ilçesinde çıkarılır. Bölgede oltu taşı çıkar­mak için açılan ocak sayısı 600 civarındadır.


 

TÜRKİYE'DEKİ ENERJİ KAYNAKLARI 


 

insanlar ihtiyaçları olan maddeleri üretebilmek ve ulaş­tırmayı sağlayabilmek için sürekli enerji kullanırlar Bu enerjinin bir kısmı yenilenebilirdir. Güneş, su ve rüzgâr bunlardandır. Ancak insanların kullandığı enerjinin çoğu yenilenemeyen özelliktedir. Kömür, petrol, ve doğal gazdan elde edilen enerji bunlardandır. Ülkemizde bu­lunan başlıca enerji
kaynakları şunlardır.


 

Taş Kömürü 


 

I. jeolojik zamanda oluşmuş organik tortul kayalardan­dır. Kalori değeri yüksek olduğu için demiri
eritmede de­mir çelik fabrikalarında kullanılır. Ülkemizde Zonguldak,


 

 


 

 


 


 


 

 


 

Amasra ve Ereğli arasındaki sahada çıkarılır. Buradan elde
edilen taş kömürü, Ereğli ve Karabük demir çelik fabrikaları ile Çatalağzı Termik Santrali'nde elektrik enerjisi üretiminde kullanılır.


 

Linyit 


 

Ülkemizdeki en
zengin enerji kaynağıdır, III. jeolojik za­manda oluşmuş organik tortul
kayaçlardandır. Taş kö­mürüne göre kolori değeri daha düşüktür. Türkiye'nin hemen her bölgesinde linyit rezervleri bulunmaktadır. Bunlardan başlıcaları; Ankara (Nallıhan), Kütahya (Tav­şanlı, Seyitömer, Tunçbilek), Manisa (Soma), Muğla (Ya­tağan), Erzurum ve
Amasya'dır. Çıkarılan linyitin yarı­dan fazlası termik santrallerde, geri kalanı ise konutla­rın ısıtılmasında ve sanayide
kullanılır. Linyitle çalışan başlıca termik santrallerimiz Soma, Tunçbilek, Yata­ğan, Afşin - Elbistan, Çayırhan ve Orhaneli
santralleri­dir.


 

Petrol 


 

Ham madde ve enerji kaynağı olarak kullanılabilen en değerli doğal zenginliklerdendir. 20. yüzyılın başların­dan günümüze dek hızla önem kazanmıştır. Türki­ye'nin bugünkü petrol ihtiyacı 25,5 milyon ton civarın­da olup, bunun ancak % 10'u ülkemizden elde edil­mektedir. Ülkemizin petrol üretiminin tamamına yakını Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden karşılanır. Bu böl­geden elde edilen ham petrol Batmandaki rafineride işlenir. Dışarıdan ithal edilen
ham petrol ise İzmit (ip-raş), İzmir (Aliağa), Kırıkkale(Orta Anadolu) ve Mersin (Ataş) rafinerilerinde işlenmektedir.


 

Doğal Gaz 


 

Petrolün gaz hâline dönüşmüş bir biçimi olan dağal gaz petrol rezervlerinin çevresinden çıkarılır. Temiz bir yakıt olması nedeniyle son yıllarda kullanım alanı yay­gın olan doğal gaz ülkemizde sınırlı bir üretime sahip­tir. Ülkemizde doğal gaz yataklarının bulunduğu yer­ler; Hamitabat (Kırklareli), Hayrabolu (Tekirdağ), ve Çamurlu (Mardin) yöreleridir.
Elektrik üretimimizin yak­laşık % 44'ü doğal gazdan elde
edilmektedir. Bu ne­denle doğal gaz ihtalatımız oldukça fazladır. Doğal gaz ile elektrik üreten santrallerimiz Hamitabat, Ambarlı (İs­tanbul) ve
Ovaakça (Bursa)'dadır.


 

Rüzgâr Gücü 


 

Çevreyi
kirletmeyen temiz ve tükenmez bir
enerji kay­nağıdır. Bu özelliklere sahip olması rüzgâr gücünün kullanılmasını cazip hâle getirmiştir. Ancak pahalı bir yatırım olması nedeniyle ülkemizde rüzgâr gücü ile ça­lışan santraller çok azdır. Bu santrallerin ilki Çeşme (İz-mir)'nin Alaçatı beldesinde kurulmuştur. Rüzgâr po­tansiyeli yüksek olan Çanakkale, Muğla, Balıkesir ve Manisa gibi illerde de bu tür santrallerin kurulması planlanmaktadır.


 

Su Gücü (Hidroelektrik Güç) 


 

Suyun yüksekten aşağılara doğru akışının oluşturduğu enerjiye su gücü veya hidroelektrik enerjisi denir. Türki­ye'nin ortalama yükseltisinin fazla olması, akarsuların dar ve derin
vadilerde akması nedeniyle
hidroeletrik po­tansiyeli oldukça fazladır. Türkiye hidroelektrik potansi­yeli bakımından Avrupa'da Rusya ve Norveç'ten sonra üçüncü sıradadır. 2006 yılına göre ülkemizde üretilen elektrik enerjisinin yaklaşık % 28'i hidroelektrik santral­lerinden karşılanmıştır.


 

Güneş Enerjisi 


 

Güneş enerjisi, tükenmeyen enerji kaynakları içinde en nemlisidir. Türkiye'nin Akdeniz iklim bölgesinde yer alması nedeniyle birçok bölgemizde yıl içindeki güneş­li gün sayısı ve güneşlenme süresi yeterli düzeydedir. Güneş enerjisinden ülkemizde daha çok ev ve iş yerle-


 

rinin ısıtılmasında, sıcak su elde
etmede yararlanılır. Güneydoğu Anadolu,
Akdeniz ve Ege bölgeleri güneş enerjisinin kullanımına en elverişli bölgelerimizdir.


 

Jeotermal Enerji 


 

Faylarla parçalanmış arazilerde yaygın olarak görülür. Yer altına sızan suların magmaya yaklaştığı yerde ısı­nıp buhar hâlinde yeryüzüne kendiliğinden ya da son­dajlarla çıkmasıyla kullanılan enerji
kaynaklarıdır. Ülke­mizde fay hatlarının geniş yer kaplamasından dolayı jeotermal enerji
potansiyeli fazladır. Bu enerjiden
ko­nutların ısıtılmasında ve elektrik üretiminde yararlanılır. Sarayköy (Denizli), Germencik ve Sultanhisar (Aydın)'da elektrik üreten jeotermal
santraller mevcuttur.


 

Nükleer Enerji 


 

Uranyum ve toryum gibi radyoaktif minerallerin atom­larının parçalanmasıyla elde edilen enerjiye nükleer enerji adı verilir. Stratejik madenler grubunda yer alan uranyum ve toryum
minerallerinin rezervlerinin belir­lenmesi çalışmaları devlet tarafından yürütülmektedir. Ülkemiz uranyum
bakımından zengin olmasa da tor­yum rezervleri bakımından Dünya'da
ikincidir. Türki­ye'nin
bilinen ilk toryum yatağı Eskişehir (Mihalıç-çık)'dedir.


 

Biyokütle (Biyomas) Enerjisi 


 

Bitki ve hayvan artıklarına dayalı enerji üretimine biyo-denir. Bu enerjinin kullanım alanı iki şekil­dedir. Klasik biyokütle enerjisi, odun, bitki ve hayvan atıklarının yakılmasıyla elde edilir. Modern biyokütle enerjisi ise bitkisel ve hayvansal atıkların katı, sıvı ve gaz hâline çevrilmesidir. Biyomas atıkların değerlendi­rilmesi kırsal kesimlerde biyogaz, kentlerde ise çöp termik santralleri ile olmaktadır. Özellikle
kentlerin çev­resinde
kurulan çöp santralleri
enerji üretiminin yanı sıra çöpleri yok etme işlevi göreceğinden önemlidir.


 

5. TÜRKİYE'DE SANAYİ 


 

Ham maddenin mamul ve yarı mamul duruma getiril­mesine faaliyetlerine üretil  , üretim tekniğine de nayi ya da endüstri denir.


 

Üretim yerine ise
büyüklüğüne göre atölye ya da fab­rika adı verilir. Bir ülkenin sahip
olduğu atölye ve fabri­ka sayısı ile iş gücünün burada istihdam edilme oranı­na göre sanayileşme özelliği belirlenir. Bu özelliklere göre ülkeler sanayileşmiş veya sanayileşmemiş ülke­ler şeklinde sınıflandırılır.


 

NE, NEREDE, NİÇİN? 


 

Bugün ülkemizde hemen
hemen tüm sanayi kollarına rastlamak olanaklıdır. Sanayi Dünya'da olduğu gibi ül­kemizde de her
yere eşit dağılmamıştır. Ülkemizdeki sanayi tesisleri konumlarına göre şöyledir.  Kuzeybatıda;İstanbul, İzmit, Bursa, Sakarya,


 

Batıda; İzmir, Aydın, Denizli, Manisa,


 

İç kesimlerde; Ankara, Eskişehir, Konya, Kayseri,


 

Güneyde; Mersin, Adana,
iskenderun, Gaziantep, Kahramanmara
ş,


 

Kuzeyde; Zonguldak, Karabük, Samsun,


 

Doğuda; Erzurum, Malatya ve Elazığ 


 

Ülkemizde
sanayinin belirli yörelerde yoğunlaşmasın­da etkili olan
faktörler aşağıda belirtilmiştir.


 

Ham madde 


 

Ülkemizde bazı yerleşim alanları, orada var olan
ham madde kaynağına bağlı olarak gelişen sanayi kolları ile özdeşleşmiştir.


 

Et ve süt üretiminde; Kars,
Ağrı, Van, Diyarbakır, Şanlıurfa, Edirne, Bolu


 

Petrol rafinerisinde Batman


 

Unlu mamullerde; Konya,
Karaman, Ankara, Eski­şehir


 

Konserve ve içecek sanayiinde; İstanbul, Balıkesir, Çanakkale, izmir, Aydın


 

Pamuklu dokumada; Adana,
Denizli, Aydın, Gazi­antep


 

İpekli dokumada;
Bursa, İstanbul, Adana


 

Tütün sanayiinde; Samsun, İzmir, Manisa ve Bitlis Halı, kilim ve battaniye dokumacılığında; Hereke, Bünyan, Sivas, İsparta, Uşak, Kula, Gördes, Milas, Gaziantep yerel ham madde kaynaklarına bağlı olarak belirtilen
sanayi kollarının merkezi olmuşlar­dır.


 

Ulaşım 


 

Türkiye'de sanayinin dağılışında etkili olan
diğer bir faktör de ulaşım koşullarıdır. Akdeniz ve Karadeniz kı­yıları boyunca uzanan dağlar ile ülkemizin doğusunda yükselti ve engebenin fazla olması, ulaşımı olumsuz etkilediğinden sanayi gelişme olanağı bulamamıştır. Buna karşın ülkemizin batısında yer şekillerinin uygun­luğu, üç tarafının denizlerle çevrili olması ulaşımın, bu­na bağlı olarak da sanayinin gelişmesine olanak sağ­lamıştır. Ülkemizin batı kesimlerinin sanayileşmesinde istanbul ve İzmir limanlarının varlığı göz ardı edilemez. Bununla birlikte İskenderun demir çelik fabrikasının, Samsun bakır işleme
tesislerinin, İzmit, izmir ve
Mer­sin'deki petrol rafinerilerinin kuruluşunda ulaşım ko­şullarının elverişliliği göz önüne alınmıştır.


 

Enerji Faktörü 


 

Sanayi tesislerindeki makinelerin çalışabilmesi için enerjiye
ihtiyaç duyulur. Bu
ihtiyaç büyük ölçüde elek­trik enerjisidir. Türkiye'de sanayi kuruluşlarının ihtiyaç duyduğu elektrik enerjisi taş kömürü, linyit, petrol do­ğal gaz, su gücü, rüzgâr gücü ve jeotermal santraller­den elde edilir. Bu nedenle sanayi tesislerinin
enerji kaynaklarına yakın olması tercih edilir. Örneğin Ereğli ve Karabük demir çelik fabrikaları taş kömürü yatakla­rının yakınına kurulmuştur


 

İklim 


 

iklim koşullarının elverişliliği nedeniyle
sanayi kıyıları­mızda yoğunluk kazanırken, elverişsiz iklim koşulları nedeniyle ülkemizin doğusunda sanayi tesisleri sey­rektir.


 

Pazar 


 

Pazar dışındaki tüm koşullar bir araya gelse bile tüke­tici kitlesinin olmadığı bir yerde sanayi gelişemez. Bu nedenle tüketici nüfusun fazla olduğu Bursa, Ankara, istanbul, İzmit ve İzmir'de sanayi tesisleri daha yoğun­dur.


 

TÜRKİYE'DE ORGANİZE SANAYİ BÖGELERİ 


 

Sanayinin etkinliğini ve kentte düzenli yerleşmeyi sağ­lamak amacıyla, sanayi
kuruluşlarının ulaşım, enerji, yakıt, su, ham madde gibi altyapı ve gereksinmeleriy­le ilgili kolaylıkları bir arada bulunduran, özel olarak planlanan bölgelere organize sanayi bölgesi adı ve­rilir. Organize sanayi bölgelerinin kuruluş amaçları ara­sında;


 

ﺇ      
Sanayinin disipline edilmesi,


 

ﺇ      
Kentlerin planlı gelişmesine katkıda bulunulması,


 

ﺇ      
Birbirini tamamlayıcı ve birbirinin
yan ürünlerini üreten sanayi tesislerinin bir arada bulunmalarının sağlanması,


 

ﺇ      
 sanayinin az
gelişmiş bölgelerde yaygınlaştırılma­sı.


 

ﺇ      
Sağlıklı, güvenilir bir alt yapı ve ortak sosyal tesis­lerin kurulması,


 

ﺇ      
Ortak
arıtma tesisleri
kurularak çevre kirliliğinin ön­lenmesi yer alır.


 

6. DOĞAL 
AFETLER   VE  T
ÜRKİYE İÇİN RİSKLERİ 


 

TÜRKİYE'DEKİ DOĞAL AFETLER 


 

Doğal olayların afete dönüşmesinde ülkemizin jeolo­jik,
jeomorfolojik ve meteorolojik özelliklerinin yanında beşerî faaliyetlerin de etkisi vardır. Bunların başlıcaları; göç alan yerleşmelerin plansız kentleşmesi, tarıma el­verişli düzlüklerin yerleşmeye ve sanayileşmeye açıl­ması ve ekolojik
dengenin bozulmasıdır.


 

Deprem Ülkesi Türkiye 


 

Türkiye, Dünyanın en önemli deprem kuşaklarından biri olan Alp - Himalaya kuşağı üzerinde yer
almakta­dır. Bu nedenle
Anadolu'da geçmişte çok şiddetli ve yıkıcı depremler yaşanmış, bugünde yaşanmaktadır. Türkiye; Avrasya,
Afrika ve Arap levhaları arasında yer almaktadır. Arap Levhası kuzey yönünde yılda yakla­şık 23 mm hızla ilerleyerek Anadolu Levhası'nı sıkıştır­maktadır. Bu hareket sonucunda da Kuzey Anadolu Fay Kuşağı ve Doğu Anadolu Fay Kuşağı gibi yer ka­buğu kırıkları oluşmuş ya da var olan kırıklar harekete geçerek depremleri oluşturmuş ve oluşturmaya de­vam etmektedir. Türkiye'de deprem olasılığı yüksek olan üç fay kuşağı bulunmaktadır.


 

Kuzey Anadolu Fay Kuşağı 


 

Ülkemizdeki
depremlerin en yıkıcı olanları bu kuşak üzerinde meydana gelmektedir. Kuzey Anadolu Fay Kuşağı, tek bir faydan oluşmayıp doğu - batı uzantılı, birbirine az çok paralel birçok faydan oluşur. Bingöl Karlıova'dan başlayarak Kuzey Anadolu'yu batı yö­nünde kat edip
Bolu'dan itibaren farklı kollara ayrılarak Kuzey Ege'ye kadar devam eder.


 

Batı Anadolu Fay Kuşağı 


 

Batı Anadolu'nun jeomorfolojisini yansıtan horst
- gra-ben sistemi kabaca doğu batı uzantılıdır. Günümüzde aktif olan faylar, Batı Anadolu'daki depremlerin mey­dana gelmesine neden olmaktadır.


 

Doğu Anadolu Fay Kuşağı 


 

Doğu Andolu Fay Kuşağı'nın Anadolu'daki uzunluğu yaklaşık 400 km kadardır. Doğu
Afrika'dan başlayan bu kuşak ülkemizde Antakya, Kahramanmaraş, Adıya­man, Malatya, Elazığ, Bingöl, Varto,
Karlıova gü­zergâhını takip ederek Kuzey Anadolu Fay kuşağı ile birleşir. Doğu Anadolu Fay Kuşağı da birbirine az çok
paralel birçok faydan meydana gelmiştir.


 

Sel - Taşkın


 

Ülkemizde depremlerden sonra en büyük ekonomik kayıplara
neden doğal afetler, sel ve taşkınlardır. Sel ve taşkınların sıklık ve şiddetinde
arazinin hatalı kulla­nımının payı büyüktür. Özellikle akarsu yataklarının su akışını önleyecek şekilde
kullanılması büyük tehlike oluşturmaktadır. Sel ve taşkın riski olan yerlerin yerle­şime açılması, yerleşim birimlerindeki kuru dere yatak­larının doldurularak yol hâline getirilmesi, akarsu ya­taklarına çöp, moloz dökülmesi ile akarsu ve dere ya­taklarının daraltılması, sel ve
taşkınların
felaketlerinde öne çıkan nedenlerdir. Ayrıca orman
ve meraların tah­rip edilmesi ve akarsu havzalarına kurulan sanayi tesisleri ile arazinin yapısı değiştirilmektedir. Böylece
hidrolojik denge bozularak sel ve taşkın afetleri yaşan­maktadır. Örneğin, Karadeniz'e dökülen Bartın, Balyos çayları, Değirmendere, Fırtına Deresi, İyidere ve So­laklı dereleri
sel ve taşkınlara neden olabilecek coğra­fi koşullara sahiptir. Bu akarsularda meydana gelen sel
ve taşkınlar her geçen yıl daha ciddi boyutlarda afetlere neden olmaktadır.


 

KÜTLE HAREKETLERİ


 

Kütle hareketleri, meydana geliş şekli ve hızının farklı­lıklar göstermesi nedeniyle heyelan, kaya düşmesi, kayma, akma ve sürünme gibi isimler
almaktadır Kütle hareketlerinin meydana gelmesinde; yamaçlar­da yapılan kazılar, yer altı ve yer üstü sularının etkileri, klimatolojik etkiler, bitki örtüsünün tahrip edilmesi gibi faktörler rol oynamaktadır. Ülkemizde
heyelanlar en fazla ilkbahar mevsiminde karların erimesine bağlı ola­rak meydana gelmektedir. Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu heyalanların en sık görüldüğü bölgelerdir. En çok kaya düşmesi olayına ise iç Anadolu'nun kenar yörelerinde özellikle Nevşehir ve Kayseri dolaylarında rastlanmaktadır.


 

Orman Yangınları 


 

Türkiye konumu ve
iklim özellikleri
nedeniyle orman yangınlarının çok kolay yaşanabileceği bir ülkedir. Ay­nı zamanda şiddetli yaz kuraklığının yaşandığı, Akde­niz iklim
kuşağında bulunmaktadır. Ülkemizde orman
yangınlarına neden olan başlıca faktörler şunlardır:


 

ﺇ      
Piknik alanlarındaki ihmal ve dikkatsizlikler,


 

ﺇ      
Enerji nakil hatlarının yaygınlaşmasına bağlı olarak ortaya çıkan kazalar,


 

ﺇ      
İklimde meydana gelen değişimler sonucu yaz dö­neminde yaşanan yüksek sıcaklıklar, şiddetli rüz­gârlar ve yıldırımlar,


 

ﺇ      
Tarla ve yerleşim yeri açma amacıyla kasıtlı çıkarı­lan yangınlardır.


 

Türkiye'de meydana gelen orman yangınları incelen­diğinde, bunların yaklaşık 1/3'ünün nedeni ve faili bu­lunamamaktadır. Ülkemizde en
fazla orman yangınla­rı, Kahramanmaraş'tan başlayıp Akdeniz ve Ege'yi ta­kiben İstanbul'a kadar olan
1700 km'lik sahil şeridin­den 160
km içerilere kadar
uzanan bölüm içinde mey­dana gelmektedir.


 

Çığ 


 

Türkiye, ortalama yükseltisi 1132
metre olan ve yüz öl­çümünün yaklaşık 1/3'ünü dağlık alanların oluşturdu­ğu bir ülkedir. Türkiye'nin özellikle doğu, kuzeydoğu ve güneydoğu kesimlerinde çığ oluşumuna uygun yer şekilleri ve iklim koşulları mevcuttur. Ülkemizde 1958 yılından bu yana 448
adet çığ afeti kayıtlara geçmiştir. Bu süre içinde en büyük çığ afeti 1991 ile 1992 yılları­nın kış mevsiminde meydana gelmiş bu afetlerde 328 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.


 

7. TÜRKİYE'DE BÖLGE SINIFLANDIRILMASI 


 

Mekânsal farklılıklar ve benzerlikler, her şeyden önce çeşitli olayların dağılış, bağlantı ve gelişim noktalarını yansıtır. Bir mekân parçasının bölge özelliğine sahip
olabilmesi için o mekânda belirli olaylar arasında ben­zerliğin ve karşılıklı ilişkilerin olması gerekmektedir. Eğer bir mekân parçası üzerindeki
olaylar arasında karşılıklı neden sonuç ilişkisi bulunmuyorsa, o mekân parçası bir bölge özelliği taşımaz. Bölge tespitinde
her şeyden önce bölgelere ayıracağımız mekanın coğrafi birlik fikrini uyandıracak bazı özelliklerinin
olması gere­kir. Bu özelliklerin bazıları sabit, bazıları da değişken olabilir. Örneğin beşerî ve ekonomik özellikler yıllar içinde değişiklik gösterebilir.


 

Ülkemizin coğrafi özelliklerinden ve yüzey şekillerin­den
dolayı, ülkemiz üzerinde geniş alanlar
kaplayan bölgeler oluşturmak zordur. Bu nedenle Türkiye'de oluşturacağımız bölgelerin yüz ölçümleri genellikle kü­çük olacaktır.


 

FİZİKİ COĞRAFYA ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER


 

Bir yerin yüzey şekilleri, iklim özellikleri ve bitki örtüsü gibi fiziki coğrafya özelliklerine göre oluşturulan böl­gelerdir.


 

Yüzey Şekillerine Göre Bölgeler 


 

Bu tür bölgeler oluşturulurken yüzey şekilleri göz önü­ne alınır.   Örneğin, düz ovalık bölgeler, yüksek bölgeler, engebeli dağlık bölgeler gibi. Buna göre; Konya Ovası, Çukurova ve Ergene Havzası düz ovalık bölge­lere Hakkâri, Kuzey Anadolu ve Toros dağları engebe­li dağlık bölgelere örnek gösterilebilir.


 

İklim Tiplerine Göre Bölgeler


 

Bu tür bölgeler oluşturulurken iklim özellikleri göz önü­ne alınır. Buna göre, Türkiye'de
Akdeniz, Karadeniz ve karasal iklim bölgeleri vardır.


 

Bitki Örtüsüne Göre Bölgeler


 

Bu tür bölgeler oluşturulurken bitki örtüsü özellikleri dikkate alınır. Türkiye'de başlıca orman, maki
ve boz­kır bitki örtüleri görüldüğü için bu bitki türlerinin bulun­duğu yerler bitkilerin kendi bölgelerini oluşturur.


 

BEŞERΠCOĞRAFYA ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER


 

Bu bölgelerin sınırları belirlenirken o bölgenin beşerî coğrafya özelliklerini oluşturan nüfus, yerleşme, eko­nomik faaliyet ve diğer beşerî özellikler göz önünde bulundurulur.


 

Nüfus Yoğunluğuna Göre Bölgeler


 

Bu bölgeler oluşturulurken nüfus yoğunluğu özellikle­ri göz önüne alınır. Örneğin yoğun nüfuslu bölgeler, seyrek nüfuslu bölgeler gibi. Ülkemizde izmit, İstan­bul, İzmir, Adana ve Bursa çevreleri yoğun nüfuslu böl­gelere Hakkâri, Kars,
Tunceli, Muğla, Artvin
seyrek nü­fuslu bölgeler örnek olarak gösterilebilir.


 

Yerleşim Özelliklerine Göre Bölgeler


 

Yerleşim özelliklerine göre kır ve kent bölgeleri oluştu­rulabilir. Buna göre; İstanbul, Ankara
ve İzmir kent böl­geleri içinde yer alırken Giresun,
Rize ve Ağrı çevrele­ri kır bölgesi içinde yer alır.


 

Ekonomik Özelliklerine Göre Bölgeler


 

Ekonomik özelliklerine göre bölgeler oluşturulurken bir yerdeki etkin ekonomik faaliyetler göz önünde bu­lundurulur.
Buna göre; tarım bölgesi, sanayi bölgesi, maden bölgesi, turizm bölgesi vb. ekonomik özellikle­re göre oluşturulan bölgelerdir.


 

Karma Bölgeler


 

Birden fazla coğrafi özelliği benzer olan bölgeler kar­ma bölgeleri oluşturur. Örneğin, İzmir - Manisa çevre­si ticaret, turizm ve tarım bölgesidir.
Zonguldak ve Ka­rabük çevresi maden ve sanayi bölgesidir.


 

BOLUM 5-Ülkeler Arası Etkileşim


 

KÜLTÜR BÖLGELERİNİOLUŞUMU VE TÜRK KÜLTÜRÜ 


 

I.  DÜNYA KÜLTÜRÜNDE TÜRK İZLERİ 


 

Kültür, insanların ortak yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzı­nın oluşturan çeşitli unsurlar vardır. Bu unsurlar maddi ve manevi unsurlar olarak iki başlıkta toplanabilir.


 

Kültürü oluşturan maddi unsurlar; coğrafi konum,
simgeler, doğal ortam özellikleri, iklim özellikleri, su özellikleri,
arazi yapısı ve toprak özellikleridir.


 

Kültürü oluşturan manevi unsurlar; dil, din ve inanç­lar, ahlak
kuralları, örf ve adetler, komşu kültürler, Dün­ya görüşü, yasalar ve hukuk kurallarıdır.


 

Kültürün doğduğu yer o kültürün kültür ocağı olarak ifade
edilir. Bir kültürü oluşturan unsurlar bu
ocaktan çıkar ve yayılır. Kültürün çeşitli özellikleri vardır. Bunlar; öğrenilebilir olması, toplumsal olması, aktarılabilir olması, değişe­bilir olması, sürekli olması, bütünleştirici olması, ihti­yaçları giderici olması ve belli kurallarının olması gibi özelliklerdir. Kültür, insanlar arası etkileşimden doğar ve gelişir. Ay­nı kültür içindeki fertler kültürlerini öğrenerek gelecek nesillere aktarır. Mevcut kültüre bazı unsurlar eklendi­ği gibi bazı unsurlar da çıkarılır. Toplumsal şartlar ve ih­tiyaçlar değiştikçe kültür, yeni ihtiyaçlar ve sorunlar karşısında insanların geliştirdikleri yeni fikirler ve icat­larla değişime uğrar.


 

Kültürün insanlar arasındaki aktarılma şekli sözlü ya da yazılı olarak dille olur. Kültürü oluşturan unsurların arasında belli bir uyum vardır. Bu unsurların belli bir sistemi oluşturması, kültürün bütünleştirici özelliğinin oluşmasına yol açar.


 

Kültürün belli kuralları vardır. Aynı kültür içinde yaşa­yan insanların yaşamlarını belirleyen yazılı ya da yazılı olmayan kurallar kültürün devamlılığı açısından önem­lidir. Bu
kurallar yaşatıldığı sürece kültür, gelecek ne­sillere aktarılır.Kültürün oluşturan unsurları coğrafi yaklaşımlarla inceleyen bilime kültürel
coğrafya denir.


 

II.TURK KULTURU 


 

Türk kültürünün ocağı yani ilk ortaya çıktığı bölge Or­ta Asya'dır. Bu bölge tarih
kitaplarında belirtildiği gibi Türkler'in anayurdudur. Bu bölge; kuzeyde Sibirya, güneyde Himalayalar, doğuda Kingan Dağları ve batı­da Hazar Denizi ile çevrelenen geniş bir bölgedir.


 

Bu bölgede geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sürdü­ren Türkler, iklim koşullarında meydana gelen şiddetli kuraklık, toprakların verimsizleşmesi ve
toprakların ar­tan nüfusa yetmemesi gibi nedenlerle çeşitli bölgelere göç etmişlerdir. Bu göçler sonucunda Türk boylarının önemli bir bölümü Anadolu'ya gelmiş ve yeni kültürle­re komşu olmuşlardır. Bu kültürler; islâm kültürü, Yu­nan kültürü ve İran - Pers kültürüdür. Bu kültürlerle yüzyıllardır komşu oldukları hâlde Türk kültürü günü­müze kadar sağlam bir şekilde gelmiştir.


 





  


 


   
 



 

 






 

Türkler, tarih boyunca asla esaret altında yaşamayı ka­bul etmemiş ve 16 bağımsız devlet kurmuş bir millettir. Tarih boyunca mertlikleri ve dürüstlükleri ile tanınmış­lar, zulüm ve
adaletsizlikten uzak karakterleriyle düş­manlarının bile takdirlerini toplamışlardır. Türkler'in İslâmiyet ile şekillenen
karakterinin en dikkat çeken özelliği, haksızlığa ve zulme karşı olan tepkisidir. Türk halkı, tarih boyunca
birçok
imparatorluklar ve süper devletler
kurmuş, üç kıtaya nizam vermiştir. Adalet ve
hoşgörü prensipleri üzerine kurulu Türk devlet anlayı­şı, özgürlüğün, barışın ve huzurun güvencesi olmuş­tur.


 

Tarih sahnesinde müslüman Türkler hemen her
dö­nemde, yönetici vasıflarıyla boy göstermişler, adaletli ve merhametli yönetimleriyle örnek teşkil etmişlerdir. Türk milleti, tarihin
hiç bir döneminde zalime destek vermemiş ve her zaman ezilenin, mazlumun yanında yer almıştır. Türkler, yeryüzüne hakim
oldukları her dönemde, Dünya'ya nizam vermişlerdir. Farklı kültür­lere ve inançlara sahip, farklı dilleri konuşan birçok milleti aynı bayrak altında ve büyük bir hoşgörü çerçe­vesinde sevgi ve saygı hudutları içinde yaşatabilmişlerdir.Unlü düşünür ve yazar Voltaire (1694-1778) Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler adlı eserinde bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir: "Türklerin sanatı kumandanlık­tır. Otuz milleti
bayrağı altında toplayan bir devlet kur­mayı başarmışlardır. Türk İmparatorluğu Avrupa dev­letlerinden hiçbirine benzemez."Orta Asya'daki göçebe hayat tarzından kalma Türk kültür simgelerini günümüzde de görmek mümkün­dür. Çadır, at, halı ve kilim
dokumacılığı o dönemler­den günümüze ait simgelerdir. Ancak daha sonraları
Orta Asya'dan çeşitli bölgelere göç eden Türkler yerle­şik hayata geçerek şehirler ve
devletler kurmuş ve yer­leştikleri bölgelerde pek çok sanat
eserleri yapmışlar­dır. Köprüler, çeşmeler, kervansaraylar, hanlar, ha­mamlar, camiler, imaretler, medreseler
gibi yüzyıllar öncesinde yapılmış eserlere günümüzde de rastlana-bilmektedir.


 

III. TÜRK KÜLTÜRÜNÜN GENEL ÖZELLİKLERİ 


 

Türk kültürü çok eski ve köklü bir kültürdür. Bu kül­tür Türklerin göçüp yerleştikleri devlet kurup egemen oldukları bütün ülkeleri kapsar. Türk kültürü, Anado­lu'da geleneksel yaşamı sürdüren toplulukların yüzyıl­lar boyunca kendi dil, kültür ve beğenileriyle oluşturup yaşattıkları kültürün ortak adıdır. Bu kültür halkın duy­gu, düşünce ve beğenisiyle süzülerek günümüze gel­miş, toplum ve coğrafi koşullarla şekillenmiştir.


 

Türk kültürü hem göçebe hem de yerleşik
özellik­ler taşır.
Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türk boyları, dokuz yüzyıl önce kendilerine özgü inanışları­nı, törelerini,
geleneklerini, sanatlarını da beraberlerin­de getirmişlerdir. Bunlardan bazıları aynen saklanmış bazıları da Anadolu kültüründe yeni bir oluşumla yeni­den şekillenmiştir. Türk kültürü tarih sürecinde kendi­ne miras kalan kültürleri, kendi
potasında eriterek ken­di
damgasını vurmuştur.Türk kültürü karasal özelliklerin etkisinde kalmıştır.Türk kültürünün ocağı olarak nitelenen Orta Asya'da karasal iklim koşullarının hüküm sürmesi nedeniyle
bozkır kültürü oluşmuştur. Bu koşullarda doğal bitki örtüsünün bozkır olması göçebe hayvancılığın yaygın­laşmasını sağlamıştır. Atın adeta Türk milletinin sem­bolü hâline gelmesi de
yine bu coğrafi koşulların bir sonucudur.


 

Türk kültürü, yayılış alanının coğrafi konumu nede­niyle birçok kültürden etkilenmiş
ve bu kültürleri
etkilemiştir. Anadolu coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca Asya, Avrupa,
Afrika, Mısır ve Mezopotamya kültür yollarının kesiştiği bir merkez olmuştur. Orta As­ya'dan Anadolu'ya 9. yüzyıldan başlayarak gelmeye başlayan Oğuz ve Türkmen boyları, Anadolu'nun bu­günkü kültürel yapısını oluşturmağa başlamıştır. Ana­dolu'nun günümüzdeki evrensel değerler taşıyan öz­gün kültür yapısının oluşmasında Türkler ana etken ol­muştur. Anadolu pek çok küçük kültürel çevreyi ve onların kültürel yapılarını içinde barındırmıştır. Böylece Anadolu kültürü oluşmuştur.


 

Atatürk de Türk kültürünüözelliklerini şu sözüyle ifade etmektedir:


 

"Türk milleti, Asya'nın
garbında ve Avrupa'nın şar­kında olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş,
dünyaca tanınmış, büyük bir yurtta yaşar.
Türk yurdu daha çok
büyüktür. Bütün Dünya'da, Asya, Avrupa,
Afrika Türk atalarına
yurt olmuştur. Bu hakikatler tarih vesikalarıyla malumdur. Fakat bugünkü Türk milleti, varlığı için bugünkü yurdun­dan memnundur. Çünkü Türk derin ve şanlı geçmi­şinin, büyük kudretli atalarının mukaddes mirasla­rını bu yurtta muhafaza edebileceğinden, o miras­ları şimdiye kadar olduğundan
daha fazla zengin-leştiriceğinden
emindir."


 

KÜRESEL TİCARETİN EN ÖNEMLİ ELEMANI: HAM MADDE,
ÜRETİM, PAZAR 


 

I. HAM MADDE, ÜRETİM VE PAZA­RIN KÜRESEL TİCARETTEKİ YE­Rİ 


 

Sanayi tesislerinde kullanılmak üzere işlenmemiş ya da yarı işlenmiş hâlde bulunan maddelere ham mad­de
adı verilir. Ham
madde üretim
faaliyetlerinin dolayı­sıyla ekonominin temel kaynağını oluşturur. Fabrika­larda
kullanılan ham maddeler
sanayi faaliyetinin türü­ne göre değişir. Tarım ürünleri, hayvansal ürünler, ma­denler,
su ürünleri ve bitkiler başlıca ham madde kay­naklarıdır. Örneğin, dokuma fabrikalarında ham mad­de olarak pamuk ve ipek, bitkisel yağ fabrikalarında zeytin, ayçiçeği, mısır, soya vb. ile maden işleme fab­rikalarında çeşitli madenler başlıca ham madde kay­naklarıdır.


 

Dünya üzeride ham
maddelerin bulunduğu bölgeler, sanayi tesisleri ve ürünlerin pazarlanacağı bölgeler farklı yerlerde bulunabilmektedir. Bu durum ham mad­de, üretim ve pazar arasındaki ilişkiyi kuran küresel
ti­careti ortaya çıkarmaktadır.


 

Dünya ticaretinin dağılımına bakıldığında karmaşık bir hâlde olduğu görülür. Ticaret faaliyetlerinin ülkelere ve kıtalara göre yoğunlaştığı bölgeler oluşmuştur. Bu böl­gelerin oluşmasında ülkeler arasındaki gelişmişlik ve nüfus farkı en önemli etkenlerdir. Dünya'da ticaretin en yoğun olduğu bölgeler Kuzey Yarım Küre'dedir. Özel­likle Kuzey Amerika, Kuzeybatı Avrupa, Doğu ve Gü­neydoğu Asya arasındaki ticaret faaliyetleri oldukça yoğundur. Bir
sanayi kuruluşunun varlığını devam ettirebilmesi için ürettiği ürünlerini
pazarlayabileceği sürekli bir pa­zarının olması gerekir. Günümüzdeki büyük işletmele­rin birçoğu ürünlerini uzun yıllar
pazarlayabildiği geniş pazarlama olanaklarına sahiptir. Uluslararası ilişkilerde ticaret
ve yatırımlar gün geçtikçe artmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bulunan Dünya çapındaki birçok şirket, yatı­rım alanları olarak
bulundukları ülkelerin dışındaki böl­geleri seçebilmektedir. Bu nedenle ticari taşımacıklar­da ülke sınırları önemini kaybetmektedir.


 

Teknoloji ve iletişim sistemlerinde meydana gelen ge­lişmeler uluslararası ticaretin genişlemesine ve hızlan­masına yol açmaktadır. Teknolojik buluşlar ve artan nüfusla birlikte sanayide ham maddeye olan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır.


 

Dünya nüfusunun artması ve teknolojik gelişmeler insanların ihtiyaçlarını ve
beklentilerini etkilemektedir. Tüketim alanındaki gelişmeler pazarlama faaliyetlerini etkilemektedir. Ürünleri, tüketicilerin
bekledikleri kalite ve fiyatta pazara ulaştırılması ve teknolojik gelişmelere sürekli olarak
ayak uydurulması üretim sektöründe rekabet
unsuru hâline gelmiştir.


 

DUNYA'NIN HIZLA GELİŞEN EN­DÜSTRİSİ: TURİZM 


 

İnsanların sürekli yaşadıkları yerlerden başka yerlere gezip
görmek, dinlenmek,
eğlenmek, spor,
tedavi, kutsal yerleri ziyaret gibi çeşitli amaçlarla yaptıkları ge­zi
faaliyetlerine turizm denir. Bu amaçlara yönelik ola­rak
gezi faaliyetlerine katılan ve gittiği yerde en az bir gün, en çok altı ay konaklayan kişilere turist denir. Bir ülkenin kendi vatandaşlarının ülke sınırları içinde yap­tığı turistik amaçlı gezilere iç turizm; yurt dışına yapı­lan gezilere ya
da yurt dışından ülkeye olan gezilere ise dış turizm denir.


 

I.  İNSANLARI   TURİZM   FAALİYET­LERİNE YÖNELTEN FAKTÖRLER 


 

Ülkeleri sosyal
ve kültürel yönleriyle öne çıkaran tu­rizm, ülkeler arasındaki etkileşimi artırıcı bir sektördür. Ülkeler arasındaki doğal ve beşerî farklılıklar insanları turizm faaliyetlerine yönelten faktörlerdir. Bu faktörlerin başlıcaları;


 

ﺇ   Doğa güzelliklerini görme,


 

ﺇ   İş toplantıları ve fuarlar,


 

ﺇ   Sağlık,


 

ﺇ   Dinlenme ve eğlenme,


 

ﺇ   Eğitim ve öğretim,


 

ﺇ   Sportif aktiviteler,


 

ﺇ   Aile dost ve akraba ziyaretleri,


 

ﺇ   İnanç,


 

ﺇ   Tarihî ve kültürel değerleri görme ve tanıma,


 

ﺇ   Kongre ve toplantılara katılma gibi başlıklar altında toplanabilir.


 

Yazları sıcak ve bol güneşli olan doğal plajlar, peri
ba­caları, karstik mağaralar, travertenler, şelaleler, göller, fiyortlar, yaylalar ve ormanlar insanların gezip görmek istediği doğal güzelliklerdir. Doğal güzellikler bakımın­dan zengin
olan ülkeler turizm için birer cazibe alanı­dır.


 

Bir ülkede iş toplantılarının yapılması ve çeşitli dikerler­den iş adamlarının bu toplantılara katılması o ülkenin tanıtımında önemli rol oynar.
Uluslararası büyük fuar­lara sahip ülkelerde
(Almanya, Çin, ABD) bu tür top­lantılar ya da ziyaretler önemli bir yer tutar. Ayrıca bu toplantılar sayesinde
kurulan yeni iş ortaklıkları ve iş anlaşmalarıyla ülke ekonomisine önemli girdiler sağla­nır.


 

Kaplıcalardan çeşitli hastalıkların tedavisinde
yararla­nılması, bu alanda bir turizm kolunun oluşmasın ne­den olmuştur. Termal
turizm olarak ifade edilen bu et­kinlikler, bu tesislerin yaygın olduğu ülkelerde (Maca­ristan,
Türkiye) önemli bir kazanç kapısıdır.Dinlenme amaçlı turizm sektörünün başında yayla tu­rizmi gelmektedir. İnsanların gürültüden ve
kirlilikten uzak yaylarda, ormanlık alanlarda ya da göl kenarların­da belli bir süre kalma isteği, dinlenmeye yönelik tu­rizm
sektörünü ortaya çıkarmıştır. Ülkeler daha fazla
turist çekebilmek için doğal güzelliklerini bu
tür yeni turizm
etkinliklerine açmaktadır. İspanya, ABD ve İtal­ya bu
etkinliklerin yaygın olduğu ülkelerin başında ge­lir.Ülkelerin kendi kültürlerinin parçası olan sanat etkinlik­lerini turizm amaçlı olarak
kullanabilmektedir. Festival­ler, karnavallar ve çeşitli sanat
organizasyonlarının dü­zenlenmesi eğlence turizmine
yönelik
etkinliklerdir.Olimpiyatlar, turnuvalar, şampiyonalar gibi sportif akti­viteler, büyük kitleleri
harekete geçiren ve düzenlendi­ği ülkelerde
turizmin dolayısıyla ekonominin canlan­masına neden olan etkinliklerdir. Özellikle olimpiyatlar


 





  


 


   
 


 

 






 

düzenlendiği ülkede çeşitli sektörlerde (inşaat, sanayi) üretim artışına neden olan ve ülkenin tanıtımına katkı­da bulunan büyük organizasyonlardır.


 

Dünyada insanlık tarihinin çok eski dönemlerinden beri çeşitli dinlerce kutsal sayılan mabedlerin, dinî ya­pıların ve yerlerin bulunduğu alanları ziyaret etme
iste­ği ayrı bir turizm sektörünün oluşmasına yol açmıştır. Örneğin, Suudî Arabistan
ekonomisinde petrolden sonra en önemli gelir kaynağı hac turizmidir.


 

Çok eski
medeniyetlerin kurulduğu bölgelerde bu me­deniyetlere ait şehir kalıntıları, heykeller ve bu eserle­rin sergilendiği müzeler de turistik değerlerdendir. Çin, Hindistan, Mısır, Yunanistan ve italya bu değerler yö­nüyle zengin ülkelerin başında gelir.


 

II. TURİZMİN ETKİLERİ 


 

A. EKONOMİK ETKİLER 


 

Turizm; iç ve dış ticareti
canlandırması, çeşitli sektörle­rin (ulaşım, inşaat, mobilya,
hediyelik eşya vb.) geliş­mesine olanak sağlaması ve döviz girdisi gibi önemli ekonomik etkileri vardır. Bu etkiler nedeniyle ülkelerin turizme yönelik yatırımları her geçen gün artmaktadır.


 

Turizm özellikle dış ticaret açığı sorunu olan gelişmek­te olan ülkelerin
ekonomisi için lokomotif görevi görür. Yapılan araştırmalara göre, turizm endüstrisi Dün­yadaki
GSMH'nin yaklaşık % 11'ini oluşturmaktadır. Yine Dünyadaki toplam
istihdamın % 8'i bu sektörde­dir. Dünya'da birçok sektördeki duraklamaya karşın, turizm sektörü büyümesini devam
ettirmekte, diğer sektörlerin de fayda görmesini sağlamaktadır. Turizm, bir yandan millî gelire katkısıyla, bir yandan
da sağla­dığı döviz geliriyle ödemeler dengesi
açığının kapan­masında önemli rol
oynamaktadır. Geniş kitlelere iş imkânı sağladığı gibi, ülke için etkin bir pazarlama ve reklam aracı olma özelliğini de korumaktadır.


 

2006 yılında Dünya genelindeki toplam turist sayısı 842 milyon kişi olduğu hesaplanmıştır. Bu sayı 2005 yılına göre 36 milyon kişi, turizm sektörünün büyüme payı ise aynı yıla göre % 4,5 artmıştır. Bu büyümenin en fazla
olduğu bölgelerin başında Pasifik ve Asya gel­mektedir.


 

B. POLİTİK ETKİLER 


 

Ülkeler arasıdaki ilişkiler üzerinde ülkelerin birbirlerini tanıması önemli bir
etkendir. Birbirlerinin kültürlerini, alışkanlıklarını turizm sayesinde tanıyan halklar arasın­da yakınlaşma artmaktadır. Turizm kapsamında dü­zenlenen festivaller, fuarlar ve organizasyonlar saye­sinde farklı uluslara sahip pek çok insan birarada bu­lunma ve tanışma farsatı bulmaktadır. Bu da evrensel


 

barışın sağlanmasına önemli katkılar sağlamaktadır.


 

 


 

C.  SOSYAL KÜLTÜREL ETKİLER 


 

Turizm, insanların farklı coğrafi yerleri gezmelerine ve başka türlü bir araya
gelmeyen kişiler arasında sosyal ilişkiler kurulmasına katkıda bulunur. Turistler; kültür­ler, etnik yapılar, dini
gruplar, değerler, yaşam tarzları ve dillerin farklı olmasının bir sonucu olarak gittikleri ülkelerde kültür çatışması yaşayabileceği endişesine kapılabilir. Ancak halkın turiste karşı bilinçlendirilmesi, ziyaretçilerin oldukça hoş karşılanması, turistin mem­nun
kalmasına ve önyargıyla baktığı toplumu hakkın­da iyi duygular beslemesine neden olur.


 

Turistler; hatıra eşyaları, sanat eserleri, el sanatı ürün­leri, kültürel izler taşıyan öğelerle ilgilenirler. Turistler tarafından gösterilen bu ilgi, sanatkarların değerli gö­rülmelerine katkıda bulunmakta ve
kültürel gelenekle­rin korunmasına yardımcı olmaktadır.


 

D.  ÇEVRESEL VE EKOLOJİK ETKİLERİ 


 

Son yıllarda dünya nüfusunun hızlı artışı, gereksinim­lerin ve zevklerin değişimi ile turizm oldukça önem ka­zanmaya
başlamıştır. Ancak Dünya'da çok hızlı bir bi­çimde artan ve gelecekte de devam edeceği bilinen turizm faaliyetlerinin kültürel, doğal ve fiziksel çevre üzerine olumsuz etkileri vardır. Uluslararası alanda tu­rizmde
doğal alanlara yönelik talebin artması, değişik turistik yörelerde gerekli altyapı ve donanımları oluş­turmadan turizme açarak betonlaşmaya yol açmakta, doğal ve fiziksel çevre tahrip olmaktadır.


 

Örneğin, aşırı kalabalık yüzünden ABD'deki
Yosemite Ulusal Parkı neredeyse bir
otoyol hâline dönüşmüştür. Kenya'daki Amboselli Ulusal Parkı gibi ünlü yaban ya­şamı koruma alanları safari araçları ve onların yolun­dan kaçmak isteyen filler tarafından alt üst edilmiştir. İtalya'daki Como Gölü kirlenmiştir.


 

Hızlı nüfus artışı, büyüyen endüstrileşme, yenilenmesi
mümkün olmayan doğal kaynakların tükenmesi, çev­renin kirlenmesi ve bozuluşu Dünyamızın ortak gele­ceğini, her geçen gün daha büyük boyutlarda tehdit etmektedir.


 

III.ULUSAL PARKLAR 


 

Dünya nüfusundaki hızlı nüfus artışının doğal çevre üzerindeki tehditlerinin artması, insanları turizme cazi­be
olan bölgeleri
kurtarmaya yönelik çalışmalar yap­maya zorlamıştır. Birleşmiş Milletler'in alt kuruluşların­dan biri olan
UNESCO örgütünün desteğinde 1948 yı­lından itibaren
koruma alanları oluşturulmaya başlan­mıştır. Çeşitli doğal güzelliklerin, şehir kalıntılarının, ta­rihi eserlerin bulunduğu bölgeler kamulaştırılarak ko­rumaya alınmış ve böylece ulusal (millî) parklar oluştu­rulmuştur.


 

Dünya'da birçok ülkede bu şekilde oluşturulmuş ulu­sal parklar bulunmaktadır. Ancak, ulusal parkların en yoğun olduğu kıtalar Kuzey Amerika ve Afrika'dır.


 

A. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİN­DEKİ ULUSAL PARKLAR


 

ABD, Ulusal park uygulamasının ilk başladığı ülkedir. 1864 yılında ülkede bulunan Yosemite Vadisi, bu amaçla kamulaştırılan ilk bölgedir. Ancak,
ilk resmî ulusal park
kavramı 1872 yılında Yellovvstone Ulusal Parkı için kullanılmıştır.


 

Yellovvstone Ulusal Parkı 


 

Dünya'da ilk ulusal park olan Yellovvstone, ABD'nin kuzeyindeki VVyoming,
Montana ve idoha eyaletleri arasında bulunur. Bu ulusal parkta gayzerler, şelaleler ve volkanlar en yaygın doğal güzelliklerdir.


 

Dünya'da doğallığı bozulmamış nadir ekosistemler-den biri olan bu parkta birçok bitki ve hayvan türü (boz ayılar, bizonlar, Kanada geyikleri, kurtlar) yer alır.


 

AFRİKA ULUSAL PARKLARI


 

Afrika Kıtası'ndaki ulusal
parklar genellikle savan böl-gelerindedir. Bu parkların en önemli özelliği çok çeşit­li hayvan türlerini barındırmasıdır. Bu parkların en önemlileri;
Tanzanya'da yer alır. Serengeti,
Selous, Ni-gorongoro, Klimanjero Dağı, Manyara Gölü bu ulusal parklardan bazılarıdır.


 

IV.DUNYA'NIN YEDİ HARİKASI


 

Dünya'nın yedi harikası, MÖ 2. yüzyılda yaşamış yazar Sidonlu
Antipatros'un sıralamasına göre Antik Çağ'da Dünya'nın en ünlü eserleridir. Bunları sırasıyla şöyle­dir:


 

1. Piramitler


 

2.Babil'in Asma Bahçeleri 


 

Bugünkü Irak'ın güneyinde bulunan Babil ülkesinde Kraliçe Samruramat'ın ya da Kral II. Nabukadnezar'ın yaptırdığı kabul edilen,
teraslar üzerine kurulu
bir dizi bahçe.


 

3.  Zeus Heykeli 


 

M.Ö. 430'da Atinalı Phidias'ın Olympia'daki Zeus tapı­nağı için yaptığı büyük ve çok süslü heykel.


 

4.  Artemis Tapınağı 


 

izmir'in Selçuk ilçesindeki antik
Efes kentinde bulunan ve M.Ö, 334-250 arasında inşa edilen, etkileyici boyut­ları ve bezemesinde kullanılan sanat yapıtlarıyla ünlü tapınak.


 

5.  Mausoleion


 

Kraliçe Artemisia'nın ölen eşi Mausolos için
Halikar-nassos'ta (Bodrum) M.Ö. 353-350 arasında yaptırdığı anıtmezar.


 

6.  Rodos Heykeli 


 

Rodos Kuşatması'nın (M.Ö. 305-304) kalkmasının anısına, limanın girişine dikilen tunçtan dev heykel.


 

7.  İskenderiye
Feneri


 

M.Ö. 280'de Mısır'ın İskenderiye Limanı açığındaki Pharos Adası'nda yapılan fener.


 

BÖLÜM-6-Doğal Kaynaklar


 

DOĞAL KAYNAKLARIN KEŞFİ,KULLANIMI VE İNSAN FAALİYETLERİ ÜZERİNDEKİ
ETKİLERİ 


 

I.  GEÇMİŞTEN   GÜNÜMÜZE   DO­ĞAL KAYNAKLAR 


 

A.  TAŞLAR 


 

Paleolitik Çağ'da insan henüz metalik madenleri tanı­mamış, bütün aletlerini taştan, ağaçtan ve kemikten yapmıştır. Bu dönemde insanlar taştan yontarak yaptı­ğı baltaları, mızrak uçları, kesiciler, kazıyıcılar gibi çe­şitli araçları kullanmışlardır. Yapılan kazılarda bu döne­me ait taş aletlerin yapımında, insanların çakmak taşı ile obsidyenden yararlandıkları anlaşılmaktadır. Böyle­ce insanlık tarihinde
madenciliğin ilk kez taşların bulu­nup işlenmesiyle başladığı görülür.Nelolitik Çağ'da, insanlar taşları yontarak yaptıkları aletleri daha da geliştirmişler ve çeşitli sanat eserleri ortaya koymuşlardır. Bu gelişmeler çakmak taşı ve ob-sidyen
gibi taşların değerli olmasına ve
ticaretinin ya­pılmasına yol açmıştır.


 

B.  METALİK MADENLER 


 

Paleolitik ve Neolitik çağlarda metali tanımayan insan­lar,
doğada parlak
rengiyle dikkati çeken hematit,
ma-lahit ve benzeri minerallerin farkına vararak, deneyim­lerle onları boya malzemesi olarak kullanmayı öğren­miştir. İnsan oğlunun metalle
tanışması ise bakırın keş­fiyle olmuştur. Doğada bulduğu saf bakırı yerleşmele­re getiren insan oğlu önceleri bakırı döverek biçim ver­meye çalışmıştır. Zaman içinde soğuk dövülen bakırın zamanla çatladığını, kırılıp koptuğunu, ama ısıtıldığın­da bu yeni
malzemenin daha kolay işlendiğini ve plas­tik özelliğini kazandığını gözlemlemiştir.


 

Kalkolitik Çağ'da (M.Ö. 5000 - 3000) madenin bilinçli olarak alet ve silah yapımında kullanılması insanın en önemli buluşlarından birisidir. Böylece insan hem
yeni bir ham madde ile tanıştı hem de bu ham
maddeyi iş­lemek için ilk defa ısıdan yararlanmıştır. Bu çağda ma­den ustaları yerin derinliklere inerek maden cevherleri toplamışlardır. M.Ö 4 bin yılın sonlarında önce gümüş ve kurşun daha sonra altın yavaş yavaş tarihteki yerini almıştır.


 

Bakır ve kalayın karışımı olan tuncun bulunmasıyla (M.Ö 3000 - 1200)
yeni bir dönem başlamıştır. Bu dö­nem Tunç Çağı olarak adlandırılır. Artık maden, gale­riler açılarak yer altından çıkarılmakta ve ocaklara ya­kın uygun alanlarda ergitilmektedir. Tunç üretimi bü­yük değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Cevher hazırlama aletleri ile cevheri metalürjiye hazırlamada son
derece başarılı olunan bu dönemde, döküm, tav­lama, kaynak, kaplama gibi teknikler de doruk nokta­ya ulaşmıştır.


 

C. TOPRAK 


 

Neolitik Çağ, insanın yoğun avcılık-toplayıcılıktan üre­time, göçebelikten yerleşik yaşama geçtiği dönemdir. Bu çağda insan; bazı bitkileri tarıma almış, birçok hay­vanın da evcilleştirilmesini gerçekleştirmiş; avcılığın yerine hayvancılık, toplayıcılığın yerine ise tarım geç­miştir, insanoğlu ilk kez bu dönemde, doğa ile ilişkisi­ni kendi
lehine çevirmeyi başarmıştır, ilk tarımsal faali­yetler, ucu sivri deyneklerle toprağın işlenmesi ve to­hum ekilmesiyle başlamıştır. Üretimle birlikte gelen yerleşik yaşam, köylerin ve giderek kentlerin kurulma­sına yol açmıştır. Böyle kilin pişirilmesiyle
toprak kap kaçak ve çömlek yapımı yaygınlaşmıştır. Maden Ça-ğı'nda sabanın icadıyla birlikte toprağın tarım faaliyet­lerindeki önemi daha da artmıştır. Böylece önceki dö­nemlere göre tarım alanları genişlemiştir. Sanayi Çağı ile birlikte traktör ve gelişmiş tarım aletlerinin
icadıyla birlikte tarım alanları önemli bir doğal kaynak hâline gelmiştir.


 

D. ORMANLAR 


 

Paleolitik Çağ'da ormanlardan
avcılık ve toplayıcılık gibi alanlarda yararlanan insan, yerleşik hayata geçtiği Neolitik Çağ'da ormanlardan farklı amaçlar için yarar­lanmıştır. Yakacak odun
sağlama, sal gibi
su ulaşım araçlarının yapımında ve madenlerin ergitilmesi bu alanların başında gelir.


 

ilk Çağ
medeniyetlerinde tapınakların inşasında ve deniz
ticaretinin gelişmesiyle birlikte
gemi yapımında ormanlardan yararlanılmış, böylece ormanların ekonomik değeri giderek artmıştır. Daha sonraki dönemlerde matbaanın ve kâğıdın icadı bu durumu hızlandırmıştır. Günümüzde sanayileşmeyle birlikte orman ürünleri sanayii önemli bir uğraşı alanı hâline gelmiştir. Önemli doğal kaynaklar arasında yer alan
ormanlar artan Dünya nüfusuyla birlikte hızla tüken­mektedir.


 

E. SU VE RÜZGAR 


 

İnsanlığın ilk dönemlerinde sudan, tarım alanlarının sulanmasında ve basit araçlarla ulaşımda yararlanıl­mıştır. Orta Çağ'da su değirmeninin icadıyla sudan enerji elde etme dönemi başlamıştır. Bu şekilde elde
edilen enerji o dönemdeki doğrama, kâğıt ve tabakha­ne gibi tesislerde kullanılmıştır. 1873'te su gücüyle ça­lışan dinamonun icadıyla elektriğin akarsudan uzak bölgelere iletilmesi sağlanmıştır. Böylece su gücünün önemi artmıştır.


 

Sudan, yalnızca eneji üretimi alanında değil su ürünle­ri üretimde de yararlanılmaktadır. Dünya nüfusunun artmasıyla birlikte
denizlerden, akarsu ve göllerden el­de
edilen su ürünleri üretimi de artmıştır. İhtiyaçlar su ürünleri üretimini ticari
sektör hâline getirmiş, kültür balıkçılığı sektörü ortaya çıkmıştır.


 

Günümüzde sulardan ulaşım alanında da yararlanıl­maya devam edilmektedir. Dünya ticaretinde deniz ticaretinin önemli bir yeri vardır. Bu nedenle denizlere kıyısı olan ve deniz ticaret filoları gelişmiş olan ülkeler için denizcilik önemli bir sektördür. Rüzgâr da enerji üretiminde insan oğlunun yarar­landığı bir kaynak olmuştur. Orta Çağ'da rüzgâr gücüyle çalışan yel değirmenlerinin icadıyla tahıllar öğütülmüş ve un hâline getirilmiştir. Buhar gücü, petrol, kömür gibi enerji kaynaklarının bulunması ve kullanılmasıyla önemini bir dönem kaybeden rüzgâr gücü, söz konusu
kaynakların tükenme riskine karşı
günümüzde alternatif enerji kaynakları arasında öne­mini yeniden
kazanmıştır. Benzer durum güneş ener jisi için de geçerlidir.


 

F. KÖMÜR


 

Sanayi Devrimi öncesinde kömür evlerin ısıtılmasında ve demirin ergitilmesinde kullanılan bir enerji kaynağı durumundaydı. 19 yüzyıl ortalarında Sanayi
Devri-mi'nin gerçekleşmesinde kömürün önemli rolü vardır. Buhar gücüyle çalışan motorun lokomotiflerde kullanıl­maya başlaması kömürün önemini artırmıştır. Demirçe-lik fabrikalarında yüksek ısı elde etmek için kömür vaz geçilmez bir enerji kaynağıdır. Nitekim Avrupa'daki
de­mir çelik sanayiinin
gelişme gösterdiği bölgeler, kö­mür havzaları çevresi olmuştur. Günümüzde de demir çelik fabrikalarında kömür gücünden yararlanılmaya devam
edilmektedir. Elektrik üretiminde kömür gücün­den yararlanılması, kömüre olan ihtiyacı daha da artır­mıştır. Bu nedenle Dünya kömür rezervleri hızla azal­maktadır.


 

F.  PETROL 


 

Günümüzün ekonomik değeri yüksek doğal kaynakla­rı arasında yer alan petrolden insan çok eski dönem­lerden beri yararlanmaktadır. Dünya'da petrolü ilk kul­lanan medeniyetler Sümerler, Babiller ve Asurlular'dır. M.Ö 3000'li yıllarda bu
medeniyetler heykel, köprü, tü­nel ve asma bahçelerinin yapımında petrolü harç mal­zemesi olarak kullanmıştır. M.Ö 1700'lerde Çin'de ısıt­ma, 1857'de Çekoslovakya'da sokak aydıtlatması alanlarında kullanılan petrol, benzinli motorların ica­dından sonra büyük önem kazanmıştır.


 

Petrolün sondajla çıkarılması işlemi 19 yüzyıl ortaların­da olmuştur. İlk petrol kuyusu ABD'nin Pensilvanya eyaletinde 1857 yılında açılmıştır. Günümüzde ulaşım araçlarında, elektrik enejisi üretiminde ve sanayide do­ğal gazla birlikte petrol en çok yararlanılan doğal kay­naklardır.


 

G.TURİZM 


 

Turizme konu olan doğal kaynaklar; orman, denizler, akarsular, göller, karstik şekiller, volkanik şekiller, dağ­lar ve kaplıcalardır. Bu tür kaynaklar insanların ilgisini çekmiş ve gezip görme isteğine bağlı olarak turizm sektörünün oluşmasına neden olmuştur.


 

DOĞAL KAYNAKLARIN KULLANIMI


 

İnsanın yaşamını sürdürmek için doğal kaynakları kul­lanır ve tüketir. Doğal dengeye bağlı olarak kaynakla­rın normal biçimde kullanılması sorunsuz ve düzenli bir çevrenin oluşmasına ve varlığını sürdürmeye yara­yacaktır. İnsanlar kendi yapay çevrelerini oluştururken
kaynakları dengesizce
kullanmıştır. Kaynakların sınır­sız olduğu düşünülmüştür. Doğal denge bozulmuş ya-paylaşmıştır. Bu da çevre sorunlarında artışa meydan vermiştir. Yapılan araştırmalar Dünya kaynaklarının üç­te ikisi tükendiğini göstermektedir.


 

Özellikle ormancılık, balıkçılık, madencilik ve avlanma gibi faaliyetlerin aşırı yapılması doğal kaynakların tü­kenmesine yol açmaktadır. Örneğin, bir sanayi kolu olarak, ahşap ürünleri ve kereste için ağaç kesimi ile; her yıl milyonlarca
dekar orman arazisi yok edilmekte veya parçalanmaktadır. Aynı zamanda, türlerin uyum sağlamış olduğu habitatlar da bu faaliyetlerle birlikte yok olmaktadır. Madencilik faaliyetleri sonucu da do­ğal çevre etkilenmektedir. Örneğin, açık işletmelerde maden kömürü çıkarımı sırasında arazi yapısının de­ğiştirilmesiyle
ekolojik denge bozulmaktadır. Kömürün yakıt olarak kullanılması havadaki karbondioksit mikta­rını artırmaktadır. Bu durum hava kirliliğine ve asit yağ­murlarına yol açmaktadır. Bu nedenle
gelişmiş ülkeler­de hava kirliliğini azaltmaya yönelik olarak kömür kul­lanımını sınırlandırıcı çalışmalar yapılmaktadır.


 

Sonuç olarak, doğal kaynakların kullanımında doğal çevredeki koşullar dikkate alınmalıdır.


 

I. DOĞAL KAYNAKLARIN KULLANI­MINDA ETKİLİ OLAN FAKTÖR­LER


 

A.  DOĞAL KAYNAĞIN POTANSİYELİ 


 

İnsanların doğal kaynaklardan faydalanmasında bu kaynakların potansiyeli önemli bir etkendir. Doğal kay­nağın potansiyelini ise rezervi ve verimliliği belirler. Ör­neğin, bir madenin işletmeye açılabilmesinde,
rezervi­nin uzun yıllar işletilebilir olması durumunda, o maden yatağı ekonomik değer kazanır.


 

B.   KULLANILAN
Y
ÖNTEM VE TEKNO­LOJİLER


 

insanlığın ilk tarihinin ilk dönemlerinden günümüze kadar olan süreçte buluşlarla birlikte teknolojik geliş­meler artmıştır. Bu durum birçok alanda olduğu gibi doğal kaynakların kullanımını da etkilemiştir. Örneğin, çok eski dönemlerde saban ve basit araçlarla işlenen toprak, günümüzde traktör ve çeşitli ekipmanlarla iş­lenmektedir. Doğal kaynakların kullanımında kullanı­lan yöntem ve teknolojiler ülkelerin gelişmişlik düzeyi­ne göre değişir. Gelişmiş ülkelerde mevcut doğal kay­naklardan
en yüksek verimi
almayı amaçlayan yöntem­ler uygulanırken, gelişmemiş ülkelerde doğal kaynakların kullanımında düşük teknolojiyle düşük verim sağ­lanmaktadır


 

C. İNSANLARIN İHTİYAÇLARI 


 

insanın beslenme, barınma ve giyinme
gibi temel ihti­yaçları, doğal kaynakların kullanımını artıran başlıca nedenlerdir.
Bu ihtiyaçlar tarihin eski
dönemlerden be­ri
farklı doğal kaynakların kullanılmasıyla günümüzde de devam etmektedir. Örneğin, paleolitik dönemde in­sanlar
barınak olarak ağaç kovuklarını ve mağaralı ter­cih ederken;
günümüzde demir, ahşap ve toprak
gibi doğal kaynaklar
kullanılarak farklı konut tipleri yapıl­maktadır.


 

II. DOĞAL KAYNAKLARIN KULLANI­MINA ÖRNEKLER


 

İlk insan yerleşimleri deltalar, taşkın ovaları, göl ve akarsu kıyıları gibi sulak alanlarda kurulmuştur. Birçok uygarlık binlerce yıl sulak alanlarla iç içe yaşamışlar, her yıl yenilenen
verimli taşkın ovalarında tarım ve hay­vancılık yapmışlar, sazından, balığına ve kuşuna sulak
alanların sağladığı olanaklarla büyük medeniyetler kurmuşlardır. Sonraki süreçte gelişen teknoloji ile
bir­likte sazlıklar, bataklıklar, taşkın ovaları ve göl alanların tarım alanı hâline getirilmeye
başlanmıştır. Bu müda­haleler
sonucu mikroklima bölgelerinde değişmeler ve bir çok canlı türünün neslinin tehlikeye düşmesi ya da tamamen yok olması gibi telafisi mümkün olmayan
sorunlar ortaya çıkmıştır. Günümüzde de nehir kenarlarındaki taşkın ovaları önemli tarım alanlarındandır. Bu nedenle pek çok ül­kede büyük nehirlerin
kenarlarına setler inşa edilerek bu alanlar yerleşmeye açılmıştır. Örneğin, ABD'deki
Mississippi Nehri'nin taşkın ovasında 1927 yılında meydana gelen sel ve taşkınlar yerleşim alanlarında çok büyük zararlara yol açmıştır. Bu nedenle nehrin suyu kontrol altına almak için birçok baraj ve
belirle­nen bir kanaldan akması için nehir üzerine kilometre­lerce setler ve pompa istasyonları inşa edilmesine karar verilmiştir. Ancak bu uygulamalar sonuç vermemiş ve taşkınlar devam etmiştir.


 

ABD'nin Oklahoma eyaletindeki Arkansan Nehri'nin taşkı ovasında ise taşkınlardan korunmak için farklı bir yöntem izlenmiştir. Nehrin taşkın ovası boyunca bir di­zi
göl oluşturulmuş ve taşkın dönemlerinde sular tara­fından doldurulmak üzere bol bırakılmıştır. Bu göl alanların sportif
alanlar olarak değerlendirilmiş ve yer­leşime açılmamıştır. Bu yöntem işe yaramış ve daha sonra ülke çapındaki taşkın alanlarında uygulanagelir yöntem olmaya başlamıştır.


 

DOĞAL   KAYNAKLARIN   KUL­LANIMINDA ÇEVRE DUYARLILIĞI 


 

insan yaşadığı çevreyi ihtiyaçları doğrultusunda şekil­lendirir. Doğal çevredeki olanaklar ve doğal kaynakla­rın potansiyeli bu şekillendirmede önemli bir etkendir. Akarsular üzerine yapılan barajlar ve deniz kıyılarının doldurulmasıyla kazanılan topraklar insanların doğal çevrede oluşturduğu değişikliklerden bazılarıdır. Bu değişmeler insanlara
yarar sağlasa da çevre duyarlılı­ğından uzak bir
yaklaşımla yapıldığında çevre sorun­larına yol açmaktadır. Örneğin, Mısırda Nil Nehri üze­rinde 1968 yılında inşa edilen Asvvan Barajı o dönem için mühendislik harikası olarak
nitelendirilmiş dev bir yapıdır.


 

Bu barajın yapılmasının başlıca nedenleri;


 

ﺇ   Taşkınları kontrol etmek,


 

ﺇ   Yeni açılan tarım alanlarının sulama ihtiyacını karşı­lamak,


 

ﺇ   Tarımsal üretimi artırmak,


 

ﺇ   Mısır'ın elektrik ihtiyacının önemli bölümünü karşı­lamak, gibi amaçlardır. Ancak baraj
yapımı sonrasında oluşa­bilecek çevre sorunları yeterince hesaplanamadığından, barajın inşasından sonra çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır.


 

Bunların başlıcaları şunlardır:


 

-    Nil Nehri'nin taşıdığı verimli alüvyal malzemeler baraj gölünde biriktiğinden, Nil
Vadisi çevresindeki ta­rım topraklarının verimi azalmış, böylece gübre talebi artmıştır.


 

-     Tarım alanlarındaki üretim ülke nüfusunu besleye­mez duruma gelmiş ve ülke tarım ürünleri ithal eder duruma gelmiştir.


 

-     Nil Nehri'nin taşıdığı besin maddeleri Akdeniz kıyı­larına ulaşmadığı için bu kıyılarda sardalya balığı üretimi
azalmıştır.


 

-     Nil Deltası'nda alüvyon birikimi azalmış buna kar­şılık tuz birikimi artmıştır. Deltada şiddetli erozyon başlamıştır.


 

-     Mısır'da parazit hastalıkları artış göstermiştir.


 

Barajlar, coğrafi koşullar dikkate alınarak projelen­dirme ve kullanım stratejileri geliştirilerek inşa edil­diğinde birçok yarar sağlar.


 

Bu yararların başlıca­ları şunlardır:


 

-     Doğal çevre kirliliğine neden olmayan ve yeni­lenebilir olan su gücünden enerji elde etme olanağı sağlar.


 

-     Akarsuyun akımını kontrol edebilme ve taşkın­lardan korunma
olanağı sağlar.


 

-     Akarsuda her mevsim sulama ve içme suyu olarak yararlanabilme olanağı sağlar.


 

-     Sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere geniş olanaklar sağlar.


 

-     Tatlı su balıkçılığının gelişmesine neden olur.


 

DOĞAL KAYNAKLARIN DEĞERİ VE KULLANIMININ DEĞİŞİMİ 


 

Doğal kaynakların değeri kullanıldıkları döneme göre değişmektedir. Örneğin, Paleolitik Çağ'da ihtiyaçlarını avcılık ve toplayıcılıkla sağlayan insan için toprağın ta­rımsal değeri yoktu. Ancak Neolitik Çağ'da yerleşik hayata geçen ve tarım faaliyetlerine başlayan insan için toprağın ve suyun değeri artmıştır. Yine, Kalkolitik Çağ'da madenlerin
keşfedilmesi ve çeşitli eşyaların yapımından kullanılması madenleri değerli kılmıştır. Günümüzde doğru geldikçe doğal kaynaklara
olan ta­lep, zaman içinde gelişen teknolojiye ve ihtiyaçlara bağlı olarak artmıştır. Enerji kaynakları ve madenlerin değerinde ve kullanımında görülen değişmeler buna en güzel örneklerdir.


 

Örneğin, taş kömürüne olan talep artışı 19. yüzyılda demir çelik sanayiinin
gelişmesiyle başlamıştır. Bu sa­nayinin
gelişmesi maden kömürü kadar demir
cevhe­rinin değerinin de artmasında etkili olmuştur. Demir cevheri, 18. yüzyıl başlarına kadar odunların yakılma­sıyla ergitiliyordu. Bu nedenle Avrupa ve ABD'deki de­mir çelik sanayi işletmeleri bu dönemde ormanlık böl­gelerin çevresinde
kurulmuştur. Ancak
ormanların aşı­rı tahribatına neden olan bu
durum, zamanla demir cevherinin ergitilmesinde maden kömürünün kullanıl­ması denemelerine yol açmıştır. Bu denemeler sonu­cunda çağdaş yüksek fırın ilk olarak
1745 yılında İngil­tere'de kurulmuştur. Böylece maden kömürü demir çelik sanayii için vazgeçilmez bir enerji
kaynağı ol­muştur.


 

Ancak 20. yüzyıl başlarında petrol, elektrik ve nükleer enerji gibi alternatif enerjilerin devreye girmesiyle kö­mürün demir çelik sanayiindeki tekeli yıkılmıştır. Örne­ğin, bugün Avrupa'nın bir numaralı çelik üreticisi olan İsveç'te çelik üretiminde, ülkede kömürün bulunma­ması nedeniyle elektrik enerjisi kullanılmaktadır. Ancak bu yöntem kömüre göre pahalı olmaktadır.


 

19 yüzyıl sonlarında içten yanmalı motorun icadıyla petrolün ekonomik değeri artmıştır. Zamanla petrol, elektrik üretiminde de kullanılmış ve doğal gazla birlikte buhar gücünün yerini almıştır. Ancak elektrik üreti­minde kömürün kullanımı devam etmektedir. Dünya kömür üretiminin yaklaşık % 69'u
elektrik üretiminde kullanılmaktadır. Maden kömürünün kullanımı, çıkarıl­dığı ve rezervleri bakımından zengin olan ülkelerde daha fazladır. Örneğin, petrol çıkarılan Orta Doğu bölgesinde enerji üretiminde kömürün payı % 1,5 iken; maden kömürü yatakları bakımından zengin olan Çin'de % 7,5'tir.


 

DOĞAL KAYNAK KULLANIMININ FARKLI OLMASININ ÇEVRESEL SONUÇLARI 


 

Doğal kaynakların kullanımlarında uygulanan yöntem­ler ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre farklı olmak­tadır. Bu durumda uygulanan tekniklerin çevresel etki­leri de değişmektedir. Gelişmemiş ülkelerde imkansız­lıktan kaynaklanan eski, yetersiz teknolojiyle hazırlan­mış yöntemlerin kullanılması çevresel
sorunlara neden olmakta, can ve mal kayıplarına yol açmaktadır. Geliş­miş ülkelerde ise bu olumsuz etkiler daha azdır.


 

I.  DOĞAL 
KAYNAKLARIN   
ÇEVRE­SEL ETKİLERİ 


 

A. TAŞ OCAKLARININ ÇEVREYE ETKİ­LERİ 


 

Çeşitli özellikteki taşların çıkarıldığı sahalar taş ocağı olarak
nitelenmektedir. Bu ocaklardan çıkarılan taşlar ticari standartlara uygun boyutlarda bloklar ve
parça­lar şeklinde olabilmektedir. Bu ocaklar; blok hâlinde taş almak için açılan ocaklar (mermer ocakları), kırma taş elde etmek için açılan ocaklar ve yapı taşı elde et­mek için açılan ocaklar şeklinde farklı tiplerde olmak­tadır. Şekli ne olursa
olsun, taş ocakçılığının yeryüzünün ge­nel yapısı, bitki örtüsü, hava, yer altı ve yer üstü suları, gürültü, toz gibi çevre elemanları üzerinde çeşitli etkileri vardır. Ocakların açılmasıyla oluşan çukurlar ve taşların çıkarıldıktan sonra kalan artıklarının dökülme­siyle oluşan yığınlar çevre üzerinde önemli bir görsel etki
yapmaktadır. Bu çalışmalarla aynı zamanda arazi
yapısının profili değişmekte ve ortamdaki eko sistemler zarar görmektedir. Taş ocaklarında kullanılan dinamit patlatma yöntemleri sonucunda çevreye çok sayıda toz ve küçük parçalar savrulmakta
bu da insan sağlı­ğını tehdit etmektedir.


 

Gelişmiş teknolojilerin
kullanıldığı ülkelerde taş ocak­larının zararları en az düzeye indirgenmiştir. Örneğin, dinamit patlatma yöntemi yerine taşların kesilerek
blokları hâlinde çıkarılmasıyla patlamanın verdiği za­rarlar önlenmiştir.


 

B. ORMANLARIN  TAHRİBATININ  YOL AÇTIĞI ETKİLER


 

Ormanlar sağladıkları yararlar düşünüldüğünde Dünya'nın en kıymetli biyolojik hazineleridir. Karbondioksit tüketerek oksijen üretmeleriyle oksijen ve karbon dön­gülerine katkıda bulunmaları, birçok canlı türünü ba­rındırmaları ve insanların yaşamı için gerekli olan çeşit­li ihtiyaçlarını karşıladığı doğal zenginliklerdir. Yeryüzü­nün yaklaşık 1/4'ü ormanlarla kaplıdır. Ancak ormanla­rın dağılışı iklim koşullarına farklılık göstermektedir.


 

Dünya'daki en önemli orman
zenginliğini ekvatoral bölgedeki yağmur ormanları oluşturmaktadır. Bir za­manlar Dünyanın kara ile kaplı yüzeyinin % 14'ünü oluşturan yağmur ormanları günümüzde ancak % 6'lık bir alanı oluşturmaktadır. Bu durum hızlı bir tahribatın sonucudur. Yağmur ormanlarının tahribatının bu hızla devam etmesi
durumunda, kalan yağmur ormanları­nın önümüzdeki 40 yıl içinde ortadan kalkacağı tah­min edilmektedir. Yine uzmanların tahminlerine göre önümüzdeki çeyrek yüzyıl boyunca, yağmur ormanla­rı kıyımına bağlı olarak, Dünya bitki, hayvan ve mikro­organizma cinslerinin neredeyse yarısı ortadan kalka­cak veya ciddi tehdit altına girecek.


 

Yağmur ormanlarının tahrip edilme hızı ve nedenleri
bulundukları bölgelere göre değişmektedir. Örneğin, Latin
Amerika'da tarla açmak, Asya ve
Afrika'da keres­te ve odun elde etmek, Karayip Adaları gibi tropikal adalarda turizm amaçlı yapılaşma gibi nedenlerle her yıl milyonlarca hektar yağmur ormanı yok edilmekte­dir.


 

Yağmur ormanlarının tahrip edilmesinde etkili olan başlıca faktörler şunlardır:


 

-     Hayvanlara otlak açma.


 

-     Tarım alanı açma.


 

-     Kara yolu inşası için yer açma.


 

-     Kereste, kâğıt hamuru ve odun
elde etme.


 

-     Çeşitli madenlerin (altın, kalay, demir, alüminyum cevheri vb.) işletilmesi sırasında oluşan tahribatlar.


 

-     Hidroelektrik santrallerin inşa edilmesi.


 

-     Turizme yönelik yapılaşma.


 

Yağmur ormanlarının tahrip edilmesi sonucu ortaya çıkan başlıca sorunlar ise şunlardır:


 

-     Sel ve su taşkınlarının artması.


 

-     Toprak erozyonunun artması.


 

-     Kuraklık.


 

-     Tarım alanlarında verimsizlik.


 

-     Ekolojik dengenin bozulmasıyla canlı türlerinin yol olması.


 

-     Bölge halkının sosyal, kültürel ve ekonomik zarar­lara uğraması.


 

-     Küresel ısınma ve iklim değişmelerinin olması.


 

C.YER ALTI SUYUNUN KULLANILMA­SININ ÇEVRESEL SONUÇLARI


 

Tarihin başlangıcından bugüne kadarki bir çok mede­niyetin
kurulma ve tarihten silinmesinde suya olan ya­kınlık ve bağımlılığın büyük etkisi olmuştur. Ülkelerin doğal zenginliği olan suya olan
ihtiyaç arttıkça, gittik­çe daha stratejik
bir kaynak olmaya başlayan tatlı su kaynaklarının korunarak,
verimli ve planlı kullanımı da­ha önemli bir hâle gelmiştir.


 

Dünya nın toplam su
miktarının % 97'si tuzlu, sadece % 3'ü tatlı sudur. Tatlı suyun da ancak
% 31,4'ünü yer altı suları oluşturur. İnsanların tatlı su kaynakları arasın­da yer alan
yer altı sularından yararlanması belli bir plan dahilinde olmadığında bazı sonuçlar ortaya çık­maktadır. Bu sonuçların başlıcaları yer altı su seviyesi­nin
düşmesi ve kıyı bölgelerde yer altı su seviyesinin düşmesiyle tuzlu suyla tatlı suyun yer değiştirmesidir. Bu durumlar yerin belli bölgelerde çökmesine ve top­rağın tuzlanarak
kuraklaşmasına yol açmaktadır. Ör­neğin, Konya Havzası'nda yer altı sularının aşırı ve ka­çak olarak kullanımı nedeniyle yer altı su seviyesi ol­dukça düşmüştür. Ovanın değişik kesimlerinde çök­meler sonucu dev obruklar oluşmuştur.


 

Dünya'nın çeşitli ülkelerinde de
yer altı sularındaki kul­lanımı sonucu çeşitli etkiler oluşabilmektedir. Örneğin, Meksika'nın başkenti olan Mexico City kurumuş bir göl tabanında kurulmuş olduğundan ve yer altı suyu­nun aşırı kullanımından dolayı şehrin
metropoliten ala­nı çökmektedir.


 

Yer altı sularının kullanımının çevresel sonuçlarına bir başka örnek ise İsrail'in başkenti Tel Aviv şehridir. Ak­deniz
kıyısında yer alan Tel Aviv'de yer altı sularının kullanımındaki artış sonucu kıyıdaki 60 km2
lik bir alan­da deniz suyu yer altı suyuna karışmıştır. Ancak 1960'lı yıllarda kıyı boyunca açılan kuyulara tatlı su enjekte edilerek tuzlu suyun iç kesimlerdeki yer altı suyuna ka­rışması önlenmiştir.


 

DOĞAL KAYNAKLAR VE İNSAN FAALİYETLERİ 


 

insanın doğal kaynakları keşfedip kullanmaya başla­masıyla birlikte çeşitli faaliyetler de ortaya çıkmıştır. Doğal kaynakların kullanımının yol açtığı sorunlar ol­duğu gibi bu
kaynaklara bağlı olarak farklı iş kolları da oluşmuştur.


 

Örneğin; toprağın kullanılmasıyla birlikte çiftçilik, de­ğirmencilik, tarım aletleri sanayii, ziraat mühendisliği, ticaret gibi
birçok iş alanı oluşmuştur. İnsan yaşamı için gerekli olan besinler üretilmiş ve yerleşmeler tarım alanların çevresinde yoğunlaşmıştır. Bu durum yeni ta­rım alanlarını açılması için ormanların, çayır ve mera alanlarını tahrip
edilmesine yol açmıştır.


 

Yine suyun kullanılmasıyla birlikte balıkçılık, av aletleri
sanayii, gemi yapımı, hidroelektrik santraller, su ürün­leri mühendisliği ve pazarlaması gibi iş alanları oluş­muştur. Suyun
avlanmalar, tarım alanları, sanayi tesis­leri ve yerleşmelerde aşırı kullanımı beraberinde çevre sorunları oluşturmuştur. Bazı su canlıları yok olmuş ve ekosistemler zarar görmüştür.


 

Yukarıdaki örneklemeler
ormanlar, madenler ve enerji kaynakları gibi doğal kaynaklar için de yapılabilir.


 

ARAZİ KULLANIMININ ÇEVRESEL ETKİLERİ 


 

Doğal kaynakların kullanımının çevreye verdiği olum­suz etkilerin artmasında arazi kullanımındaki yanlışlık­ların önemi büyüktür. Plansız arazi kullanımının; top­rakların erozyona uğraması, buna bağlı olarak sel ve taşkınların oluşması, taşınan toprakların verimli arazi­leri,
barajları, limanları doldurması, verimli toprakların çoraklaşması, kırsal kesimden
kentlere göçlerin art­ması gibi birçok ekonomik, sosyal ve kültürel etkileri
vardır. Bu durum doğal kaynakların bozulmasına ve ül­kelerdeki sürdürülebilir kalkınmanın tehlikeye
girmesi­ne yol açmaktadır.Bütün bu
olumsuzlukları engellemek için araziden ya­rarlanan tarım, ormancılık, hayvancılık, sanayi, yerle­şim ve ulaşım gibi sektörlerin çalışma alanlarının bir plan
dahilinde belirlenerek arazi kullanım haritasında belirlenmesi
gerekir.


 

A. ARAZİ PLANLAMASINDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR


 

-     Arazinin mevcut bitki örtüsü, toprak, yerleşme ve toprak durumunu gösteren ve gelecekteki duru­munu yönelik olan haritalar hazırlanmalıdır.


 

-     Hedef belirlenmelidir.


 

-     Arazi yetenek sınıflandırılmasıyla ilgili etütler yapıl­malıdır.


 

-     Doğal ve beşerî yapılarla ilgili
riskler göz önünde bulundurulmalıdır.


 

-     Alt yapı çalışmalarına öncelik verilmelidir.


 

-     Bölge halkının ihtiyaçları göç önünde bulundur­malıdır.


 

-     Araziden en üst düzeyde verim almaya yönelik projeler geliştirilmelidir.


 

-     Uygulanacak projenin bölge halkı üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkileri tespit
edilmelidir. Bunlar için alternatif çözümler üretilmelidir.


 

-     Projelerin doğaya olan olumsuz
etkilerini en aza indirgeyecek çözümler üretilmelidir.


 

Uygulama aşamasına geçilmelidir.


 

 


 

B. ARAZİ PLANLAMASININ ÇEVRESEL ETKİLERİ 


 

Arazi planlamasında çevresel
etkilerin göz önünde bu­lundurulması, doğal kaynakların sürüdürülebilir bir şe­kilde yararlanmak için gereklidir. Bu durum gözardı edildiğinde, doğal ve beşerî yapılar büyük zararlara uğramaktadır. Örneğin, Konya şehrinin kuzey ve
ku­zeydoğusunda kurulan
organize sanayi bölgelerinin
kurulmasında şehrin hakim rüzgâr yönü hesaba katıl­mamıştır. Konya'nın hakim rüzgâr yönün organize sa­nayi bölgelerinin bulunduğu kuzey ve
kuzeydoğudan güney ve güneydoğu yönüne doğrudur. Bu durum,
özellikle kış aylarında şehirdeki hava
kirliliğini artır­maktadır. Sanayi bölgeleri şehrin güney ve güneydo­ğu tarafında kurulmuş olsaydı bu durum yaşanamayacaktı.


 

Yanlış arazi kullanımına diğer bir örnek ise Elazığı şeh­ridir. Şehirdeki çimento fabrikası, şehrin gelişme duru­mu hesaplanmadan verimli tarım arazileri üzerine 1955 yılında inşa edilmiştir. Ancak günümüzde nüfus artışıyla birlikte şehrin yerleşim alanı genişlemiş ve çi­mento fabrikası bugün şehir içinde kalmıştır. Buna bağlı olarak fabrikanın yaydığı tozlar hem
insan sağlı­ğını hem de çevredeki tarım faaliyetlerini olumsuz etki­lemektedir.Sonuç olarak yanlış arazi kullanımı doğal bir felakete dönüşmektedir.


 

ENERJİ KAYNAKLAR


 

A. DOĞAL KAYNAKLAR SINIRSIZ MI? 


 

Dünya nüfusunun hızlı bir şekilde artması ve teknolo­jideki gelişmelerle birlikte doğal kaynakların tüketimi de hızlanmaktadır. Ancak doğal kaynaklar sınırsız bir potansiyel sahip değildir. Özellikle sanayi için gerekli olan
ham madde kaynakları niteliğindeki ormanlar, madenler ve enerji kaynakları rezervleri sınırlı olan tükenebilir nitelikteki kaynaklardır. Ülkelerin gelişmişlik düzeyinin göstergesi olan ağır sanayi kollarının (demir-çelik, maden ve makine sanayii.) gelişmesi bu tüketi­mi daha da
hızlandırmıştır.


 

B.  ENERJİ KAYNAKLARI 


 

Sanayi Devrimi'nden sonraki süreçte enerji kaynakla­rının ekonomideki önemi ve değeri artış göstermiştir. Bugün Dünya'daki enerji ihtiyacının yaklaşık büyük bölümü fosil yakıtlardan (kömür, petrol, doğal gaz, hayvan
ve bitki artıkları), az bir bölümü de su gücü, nükleer enerji, rüzgâr gücü ve güneş enerjisinden kar­şılanmaktadır.


 

1. Nükleer Enerji 


 

Uranyum gibi ağır radyoaktif atomların bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara bölünmesi veya ha­fif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması sonucu çok büyük bir miktarda eneji açı­ğa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji
denir. Nükleer enerji nükleer santrallerde çeşitli işlemlerden sonra enerji elektriğe çevrilir.


 

Dünyadaki toplam elektriğin % 17si nükleer santral­lerden
sağlanmaktadır. Bugün Dünya genelinde
442 adet nükleer santral
bulunmaktadır. Elektrik üretimin­de nükleer enerjiden en fazla yararlanan ülke Fran­sa'dır. Ülkedeki elektriğin % 73'ü bu yolla sağlanmak­tadır.


 

2. Alternatif Enerji Kaynakları 


 

Fosit yakıtların çevreyi kirletmesi, rezervlerinin sınırlı olması ve sanayideki gelişmelere bağlı olarak enerji ihtiyacının artması gibi nedenler,
alternatif enerji kay­naklarına olan talebi artırmıştır. Güneş enerjisi, biyo-enerji, hidrojen, rüzgâr, jeotermal, dalga, gelgit ve hid­roelektrik enerji gibi alternatif
enerji kaynakları, Dünya birincil enerji tüketiminin % 14'ünü karşılamaktadır.


 

a.Güneş Enerjisi 


 

Güneş enerjisi, Güneş'in çekirdeğinde yer alan füzyon süreci ile açığa çıkan ışıma enerjisidir.
Bu enerji Güneş'teki hidrojen gazının helyuma dönüşmesi şek­lindeki füzyon sürecinden kaynaklanır.Güneş ener­jisinden yararlanma konusundaki çalışmalar özellikle 1970'lerden sonra hız kazanmıştır. Bu çalışmalar güneş enerjisinin önceleri ısıtmada yararlanılması yönünde olmuştur. Bu amaçla güneş kollektörleri icad edilmiştir. Bu araçlar güneş enerjisini toplayan ve bir akışkana ısı olarak aktaran çeşitli tür ve biçimlerdeki aygıtlardır.


 

Zamanla güneş enerjisinden
elektrik elde edilmeye başlanmıştır. Üzerlerine güneş ışığı düştüğü zaman uçlarında elektrik gerilimi oluşan güneş pilleri icad
edilmiştir. Güneş enerjisi son zamanlarda arabaların çalışmasında ve evlerde yemek pişirmede yararlanılan teknolojilerde
de kullanılmaktadır.


 

Dünya'da güneş enerjisi kullanımı giderek yaygınlaş­maktadır. Örneğin, İsrail güneş enerjisinden her yıl 300 bin ton petrole eş değer enerji sağlanmaktadır. Bu de­ğer ülkenin birincil enerji ihtiyacının 3'ünü karşıla­maktadır.


 

b.Biyoenerji 


 

Bitkilerden veya biyolojik her türlü atıktan elde
edilebilecek olan enerjiye genel olarak biyoenerji denilmektedir. Biyoenerji;
biyokütle enerjisi,
biyogaz ve biyodizel gibi çeşitli şekillerde kullanım biçimleri vardır.


 

Biyokütle Enerjisi: Güneş enerjisini fotosentez olarak depolayan bitkisel
organizmalar biyokütle olarak ad­landırılır. Biyokütle enerjisi ise biyokütlenin yakılması ile elde edilen
enerjidir. Kökeninde
fotosentez ile kaza­nılan enerji
yatar. Çevre dostu bir
enerji kaynağıdır. Bu enerjinin elde edildiği başlıca kaynaklar;
odun, yağlı tohum bitkileri (kolza, ayçiçeği, soya),
karbonhidratlı bitkiler
(patates, buğday, mısır, pancar), elyaf bitkileri (keten, kenevir vb.) protein bitkileri
(baklagiller), bitki­sel atıklar (dal, sap, saman, kök, kabuk), evsel atıklar, sanayi atıkları ve hayvansal atıklardır.


 

Biyogaz (Biyomass) Enerjisi: Organik kökenli atıkla­rın ve artıkların oksijensiz ortamda fermantasyonu so­nucu ortaya çıkan renksiz, kokusuz, havadan hafif, parlak mavi
bir alevle yanan ve bileşimininde organik
maddelerin bileşimine bağlı olarak yaklaşık; 40 -
70 metan, % 30 - 60 karbondioksit, % 0 - 3 hidrojen sül­für ile çok az miktarda
azot ve hidrojen bulunan bir gaz karışımdır.


 

Biyogazın;


 

ﺇ     
Ucuz ve çevre dostu bir enerji ve gübre kaynağı olması,


 

ﺇ     
Hayvansal gübrenin kokusunu ve gübre içinde bulunan tarımsal üretim için zararlı olan yabancı bitki tohumlarını yok etmesi,


 

ﺇ     
Hayvansal gübre içinde bulunan ve
insan sağlığın tehdit eden etmenleri yok etmesi,


 

ﺇ     
Üretimden sonra
kalan atıkların organik gübre olarak kullanımının devam etmesi


 

gibi yararları vardır.


 

Biyodizel: Kolza (kanola), ayçiçek, soya, aspir gibi yağlı tohum
bitkilerinden elde edilen yağların veya hayvansal
yağların bir katalizatör eşliğinde kısa zincir­li bir alkol ile reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve ya­kıt olarak kullanılan bir üründür. Evsel kızartma yağla­rı ve hayvansal yağlar da biyodizel hammaddesi ola­rak kullanılabilir, içinde petrol
bulunmayan bu yakıt, saf olarak
veya her oranda petrol kökenli dizelle
karış­tırılarak yakıt olarak kullanılabilmektedir.


 

c.Hidrojen Enerjisi 


 

Doğada saf olarak bulunamayan hidrojen, sularda ok­sijenle bileşik hâlde bulunur. Çeşitli yöntemlerle elde edilebilen bu gaz, yenilenebilir bir yakıttır. Yakıtlar içe­risinde çevresel açıdan en temiz
olan enerji kaynağı­dır. Birincil enerji kaynakları kullanarak hidrojen üreti­lip, bunun gereksinim duyulan yerlere iletilerek çeşitli yöntemlerle
enerjiye çevrilmesine hidrojen enerji sis­temi denir.


 

Hidrojen petrol ve doğal gaz gibi yakıt olarak kullanı­labildiği gibi, havadaki oksijenle birleştirilerek elektrik üretiminde de kullanılabilmektedir. Hidrojen yakıtının en önemli kullanım alanı ulaşım sektörü (otomobil, otobüs, uçak, tren ve diğer taşıtlar) olmaktadır. Hidro­jen hâlen bir yakıt olarak uzay mekiği ve roketlerde
kullanılmaktadır. Düşünülen diğer kullanım yerleri ise mobil uygulamalar (cep telefonu, bilgisayar, vs) ve yerleşik uygulamalar (yedek güç üniteleri, uzak me­kanlarda güç gereksinimi, vs) dır.


 

d. Rüzgâr Enerjisi 


 

Rüzgar enerjisi, mekanik güç (yel değirmeni, su pom­paları vb) olarak kullanıldığı gibi, bir
jeneratör aracılığı ile rüzgarın mekanik enerjisi elektrik enerjisine de dönüştürülebilen bir enerjidir.


 

19 yüzyıl sonlarına kadar insanlar rüzgârdan mekanik güç olarak yararlanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında (1890 yılında)
Danimarka'da rüzgârın kinetik enerjisi, bir jen­eratör ile elektrik enerjisine dönüştürülmüş ve bu sis­tem rüzgar türbini olarak adlandırılmıştır. Böylece elek­trik üretiminde rüzgâr enerjisinden
yararlanılmaya başlanmıştır.


 

Bugün, Dünya'da elektrik
dağılım hatlarına bağlı olan toplam rüzgar türbinlerinin
kapasitesi 40 000 MW tır. Örneğin,Hollanda'da toplam rüzgar türbini kapasitesi
2005 yılında 1000 MW iken ülkemizde ise 20 MW ol­muştur. Yapılan araştırmalarda, Dünya genelinde
bir yılda elde
edilebilecek rüzgâr enerjisinin 2 milyar 100 ton petrole eş değer olduğu tahmin
edilmektedir.


 

e.Jeotermal Enerji 


 

Jeotermal kelime anlamı olara yer ısısı demektir. Jeo­termal kaynaklar ise yer kabuğunun çeşitli derinlikle­rinde
birikmiş ısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sı­cak su, buhar ve gazlardır. Jeotermal enerji ise jeoter­mal kaynaklardan doğrudan veya dolaylı her türlü ya­rarlanma şekilleridir.


 

Jeotermal enerjiden ısıtmada, sanayide,
tarımda ve elektrik üretiminde yararlanılmaktadır. Bugün Dünya üzerindeki
jeotermal enerji kapasitesinin 7 000 MW ol­duğu tahmin edilmektedir.


 

Jeotermal enerji kullanımında en önde gelen ülkelerin başında izlanda gelmektedir. Ülkede konutların % 85'inin ısıtılmasında jeotermal enerjiden yararlanılmak­tadır. Yine ülkenin bazı bölgelerinde yolların ısıtılma­sında bu enerjiden yararlanılmaktadır, izlanda'nın yanı sıra Yeni Zelanda ve ABD gibi ülkelerde jeotermal enerjiden özellikle sanayi tesislerinde yararlanılmakta­dır. Dünya'nın jeotermal kaynak potansiyeli en yüksek ülkelerinden biri
de Japonya'dır. Ülkede bu kaynakla­rın kullanımı her geçen gün artmaktadır.


 

f.Dalga ve Gelgit Enerjisi 


 

Yenilebilir enerji kaynakları arasında yer alan dalga enerjisinin yapılan araştırmalarda diğer yenilenebilir enerji kaynaklarından daha avantajlı olduğu saptan­mıştır. Örneğin 1 kw lık elektriğin için güneş enerjisin­den üretimi için 10
metrekarelik, rüzgâr enerjisinden üretimi için 2
metrekarelik ve dalga enerjisinden üreti mi için ise 1
metrekarelik alana ihtiyaç duyulmaktadır. Bu değerlerle Dünya'daki
okyanusların toplam kıyı uzunluğunun gücünün 4 milyar kwh
olduğu tahmin
edilmektedir. Bu değer Dünya'daki tüm su gücünün 7 katından fazladır.Dünya'da gelgit ve dalga enerjisinin zengin olduğu yerler; İskoçya'nın batı sahilleri, Kanada'nın kuzeyi, Güney Afrika,
Avustralya, ABD'nin kuzeydoğu ve kuzeybatı sahilleri
olarak görülmektedir.Fransa'nın, Manş Denizi kıyısında 240 mwh lık bir dalga enerjisi santrali mevcuttur. Yine aynı ülkedeki Rance Halici'nde, 240 mwh lık güce sahip tesiste
gel­git enerjisinden elektrik üretilmektedir.


 

Dalga ve gelgit enerjisi; elektrik santrallerinin
deniz yüzeyinde kurulması nedeniyle yerleşim ve tarım alan­larını etkilememesi, çevre kirliliği oluşturmaması, sürekli ve temiz enerji sağlaması gibi yararları vardır. Ancak dalga ve gelgit enerjilerinin kullanılması yönün­deki tesislerin diğer enerji türlerininkilerine
göre pahalı olması dezavantaj olarak görülmektedir.


 

g.Hidroelektrik Enerjisi 


 

Hidroelektirk enerji, yenilenebilir enerji kaynaklarının başında gelmektedir.
Temel olarak nehirlere karışan yağmur suyu ya da
eriyen kar, su enerjisine dönüştü­rülebilmektedir. Buna en iyi örnek barajlardır. Su topla­ma
havzalarında bırakılan sular akar ve türbinleri dön­dürür, bu türbinlere bağlı olan jenaratörlerle elektrik üretir. Baraj inşa edildikten sonra, hidroelektrik enerji­si, maliyeti düşük olan bir enerji yöntemidir. Çevre kir­liliğine neden olmayan bu enerji türünün dezavantıjı akarsu ekosistemleri üzerindeki etkileridir. Ancak yine de hava kirliliğine yol açmaması, ucuz ve sürekli olma­sı nedeniyle tercih edilen bir enerji türüdür.


 

Hidroelektrik
enerjisi sayesinde Dünya'nın enerji ihti­yacının yaklaşık % 17'si karşılanmaktadır. Bu enerjiden
en fazla yararlanan ülke durumundaki
Norveç, enerji ihtiyacının % 99'unu hidroelektrik santrallerden karşı­lamaktadır.


 

KAYNAKLARIN KULLANIMI İLE ORTAYA ÇIKAN
SORUNLAR
 


 

A. KAYNAKLARIN ÇEVREYE ETKİSİ 


 

1. Termik Santrallerin Neden
Oldu
ğÇev­resel Sorunlar


 

Farklı enerji kaynakları kullanılarak elektrik elde edilen termik santrallerden çevresel etkisi en fazla olanların başında kömürle çalışan santraller
gelmektedir. Bu santrallerde kömürün yanması ile açığa çıkan karbon oksitler, azot oksitler, kükürt oksitler tüm canlılar üze­rinde zararlı etkilere
sahiptir. Bu gazlar asit yağmurları sonucu doğal bitki örtüsü, canlılar ve binalara zarar vermekte sera etkisini artırarak Dünya ısısının artması­na da neden olmaktadırlar. Örneğin, Gökova termik santralinden yayılan baca gazlarının, Datça ilçesinin üzerine çöktüğü ve bu gazların 2000 metreye yakın yükseklikteki Bey
Dağlarfnda bulunan
ormanları etki­lediği ve bazı ağaçların kurumalarına yol açtığı görül­müştür.


 

Termik santrallerde soğutma, buhar elde etme ve te­mizleme gibi işlerde su kullanılmaktadır. Bu işlemlerde kullanılan su çok yüksek sıcaklıklarda ve çeşitli zararlı minerallerle karışık hâlde çevreye bırakılmaktadır. Bu sulara karışan demir ve cıva gibi ağır metaller canlı yaşamını tehdit etmektedir. Örneğin, cıvanın insan sağlığı üzerinde öğrenme yeteneğini, gelişmeyi ve si­nir sistemini olumsuz yönde etkildiği tespit edilmiştir.


 

2. Petrol ve Çevre 


 

Ulaşım araçlarında, konutların ısıtılmasında ve sanayi­de
kullanılan petrol aslında kullanımının her aşamasın­da doğaya zararlı olan bir enerji kaynağıdır. Petrolün sondajlanması, borularla taşınması sırasında meyda­na
gelen sızıntılar, petrolün kullanımıyla çıkan karbon­dioksit
ve petrol kazalarının yol açtığı kirlilik doğal den­geyi tehdit eden başlıca etkilerdir.Her yıl, milyonlarca galonluk petrol, rutin gemi ve ara­ba bakımlarından, denizlerdeki petrol platformlarından ve gemilerden denizlere akmaktadır. Bir petrol sızıntı­sının miktarının yanı sıra zararın büyüklüğü dökülen petrolün cinsi, yeri,
hava sıcaklığı, mevsim ve rüzgar gibi etmenlere de bağlıdır. Dünya'da petrolün taşınmasında en büyük pay deniz taşımacılığına aittir. Bu nedenle denizlerde büyük tan­ker kazaları olmakta ve bu
kazalar sonucu denizlere sızan petrol deniz ekosistemlerini yok etmektedir. Pet­rol, deniz yaşamı üzerinde canlıların tüy ve kürklerini kirleterek boğucu bir etkiye sahip olabilir. Petrol kuşla­rın ve memelilerin kendilerini temizlemeye çalışırken yuttukları zehirli bir maddedir. Dumanı ve gözle tema­sı etkilenmiş bölgelerde yaşayan insanlarda
mide bu­lantısı ve sağlık sorunlarına neden olur. Petrolün öldür­mediği durumlarda bile, hemen göze çarpmayan ve uzun
vadeli olumsuz etkileri olur. Örneğin, balık yu­murtalarına, larva ve yavru balıklara zarar vererek on­ların soylarını tüketir. Vücutlarında öldürücü miktarın altında petrol birikmiş balıkları yiyen yırtıcı hayvanlara (insanlar dahil) da geçerek besin zincirini bütünüyle
etkileyebilir.


 

3. Nükleer Santrallerin Neden OlduğÇev­resel Sorunlar


 

Nükleer santrallerin çevreye olan en önemli etkisi bu
tesislerden sızan radyoaktif
maddelerin etkileridir. Radyoaktif maddelerin yaymış olduğu elektronlar ha­vaya, toprağa, suya ve oradan da bitkilere ve besin zinciri yoluyla hayvanlara ve
insanlara geçmektedir. Bu
maddelerin en önemli özelliği canlıların hücre yapı­sını bozması ve kansere yol
açmasıdır. Bu durumun ölümcül etkisi ise çok uzun bir sürede ortaya çıkmak­tadır. Örneğin, 1979'da ABD'deki Three Mile Island nükleer santralinde gerçekleşen ilk nükleer kaza sonucunda 600 bin kişi etkilenmiştir. Bölgedeki akciğer kanseri oranları yüzde 300, kan
kanseri oran­ları yüzde 600 oranında artmış, hayvanlar ve
bitkilerde genetik bozukluklar meydana gelmiştir.


 

Yine 1986 yılında Rusya'daki Çernobil nükleer santralinde meydana gelen kaza sonucunun etkileri de büyük olmuştur. Kuzey Yarım Kürede hemen her ülkede radyoaktif
kirlilik görülmüştür. Olayın üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen, etkileri hâla sürmektedir.


 

Nükleer santrallerin soğutma işlemlerinde
kullanılan suların çok yüksek sıcaklıklarda çevreye bırakılması da bu sulara
maruz kalan canlıların ölmesine yol aç­maktadır.


 

4. Hidroelektrik Santrallerin Neden OlduğÇevresel Sorunlar


 

Hidroelektrik santrallerin etkileri iki grupta
incelenebi­lir. Barajların inşasında sosyal ve doğal çevre önemli boyutlarda etkilenmektedir. İnşaat faaliyetleri
sırasında bitki örtüsü tahrip olmaktadır. Yerleşim alanları, tarım alanları ve tarihi
zenginlikler baraj suları altında kal­maktadır. Bu durum yeni yerleşim alanlarının taşınma­sı sorunun ortaya çıkarmaktadır. Hidroelektrik santrallerin işletilme aşamasında ise akış aşağı bırakılacak su miktarının ayarlanması ve projede
belirtilen seviyede tutulması, akarsu ekolojik dengesi­ni etkilemektedir. Yine baraj gölünün geniş bir buhar­laşma yüzeyine sahip
olması buharlaşmayı artırmakta­dır. Barajın kurulu olduğu bölgenin ikliminde değişme­ler olmaktadır.


 

5. Madenciliğin Çevre Kirliliğine Etkileri


 

Maden çıkarmaya yönelik yer altı ve yer üstü işletme­ler arazi yapısını bozmaktadır. Böylece toprak
profili bozulmakta bu durum ekolojik dengeyi etkilemektedir. Ormanlar, tarım alanları, akarsular ve buralarda yaşa­yan canlılar zarar görmektedir.


 

Maden işletmelerinden çıkan maden atıkları (siyanür, baca gazları, arsenik, cıva, kurşun vs.) kontrol
edilme­diği taktirde
telafisi olmayan kalıcı zararlar vermekte­dir. Bu zararlı maddelerin toprakta birikmesiyle toprak zamanla
canlılığını yitirmekte ve çorak hâle gelmekte­dir, işletmelerin bulunduğu yerlerde hava
ve su kirliliği de oluşmaktadır.


 

Maden işletmelerinin bulunduğu bölgelerde doğal ve tarihsel dokuyu bozulmakta, bu da turizm
faaliyetlerini olumsuz etkilemektedir.


 

BÖLÜM-8 Doğal Kaynakların Küresel Etkileri


 

ARTIŞIYLA EKSISIYLE TEKNOLOJİ 


 

I. TEKNOLOJİK GELİŞMELERİN ORTAYA ÇIKARDIĞÇEVRE SO­RUNLARI NELERDİR? 


 

Dünya nüfusunun her geçen yıl artması, insanları bes­lenme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını gi­dermek için değişik yollar aramaya zorlamıştır. Mevcut Dünya topraklarından daha çok verim elde etmek ve zamanda tasarruf etmek zorunlu hâle gelmiştir.


 

Sanayi Devrimi'nin gerçekleştirilmesiyle başlayan ma­kineleşme süreci, gelişen teknolojiyle
birlikte birçok alanda yaygınlaşmıştır. Sanayileşmenin ürünü olan makineler, insanların doğal çevreyi değiştirme süreci­ni hızlandırmıştır. Bu süreç içinde doğal dengenin bo­zulması çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir.


 

A. SU KİRLENMESİ 


 

İnsanlar tarafından kaynaklanan etkiler sonucunda is­tenmeyen
zararlı maddelerin
suyun niteliğinin bozul­masını sağlayacak oranda
ve miktarda suya karışma­sıyla su
kirliliği oluşur.


 

Su kirliliğinin başlıca kaynakları; konutlar ve sanayi ku­ruluşlarından çevreye verilen kirli sular, gübreleme ve ilaçlama faaliyetleri sırasında tarım alanlarından yer al­tı sularına karışan kimyasal maddeler ve nükleer san­trallerden çıkan sıcak sulardır.


 

Su kirliliği, insanlar ve özellikle sularda
yaşayan canlı­lar için potansiyel bir tehlikedir. Sanayi kuruluşları ve termik santrallerde soğutucu olarak kullanılan sular, bu işlevi gördükten sonra çevreye yüksek sıcaklıkta sular olarak
salınmaktadır. Bu durum, sularda yaşayan canlıların ölmesine yol açmaktadır.


 

Ayrıca sulara karışık kurşun ve amonyak gibi maddel­er çeşitli hastalıklara neden
olur. Bu maddeler beyin böbrek, karaciğer, mide, bağırsak ve kemik iliği gibi
organlarda tahribata yol açar. Buna bağlı olarak bulan­tı, kusma, mide ağrıları gibi rahatsızlıklara neden olur.


 

Yine bol miktarda fosfor içeren deterjanlı sular ile güb­re çözeltilerindeki azot ve fosfor gibi maddeler akarsulara,
göllere karıştığında yosun türü bitkilerin aşırı üre­mesine neden olmaktadır. Aşırı gelişme gösteren bu tür bitkiler,
sulardaki oksijeni fazla tükettiğinden balık­ların ölümüne neden olur. Bunun yanında denizlere, göllere ve
akarsulara atılan çöpler de balıkçılık ve tu­rizm gibi faaliyetleri olumsuz etkiler.


 

B. TOPRAK KİRLENMESİ 


 

insanlar tarafından toprağın içine ya da üzerine bırakı­lan ya da başka şekillerde toprağa karışan zararlı maddelerin toprağın niteliğini bozmasına toprak kirli­liği denir. Toprak kirliliğine yol açan başlıca faktörler; sulardan toprağa karışan maddeler,
hava yoluyla gelen madde­ler, tarım alanlarında kullanılan ilaç ve gübrelerden
kaynaklanan kimyasal maddeler ile kentsel katı ve sıvı atıklardır.


 

Fabrika bacalarından havaya karışan çeşitli gazlar, asit yağışları hâlinde yeryüzüne düştüğünde toprağa karı­şarak verimini düşürür. Yine tarımsal ilaçların ve kim­yasal gübrelerin çözeltileriyle sanayi tesisleri ve kent­sel atıkların karıştığı sular, toprağa temas ettiğinde kir­liliğe neden olur. Toprağa çeşitli yollarla karışan ağır metaller (kurşun, çinko, cıva vb.),
bitkiler yoluyla bitki­leri tüketen insan ve hayvanlara geçebilmektedir. Bu durum, çeşitli hastalıklara neden olmaktadır.


 

C. HAVA
KİRLENMESİ 


 

Atmosferde toz, duman, gaz, koku ve su buharı şek­linde bulunabilen maddelerin, insan ve diğer canlılara zarar verebilecek miktarda yükselmesine hava kirlili­ği denir. Hava kirliliğini oluşturan unsurlar içinde zarar derece­si en yüksek olan karbonmonoksit gazıdır. Bu neden­le, bu gazın havadaki miktarı çoğunlukla hava kirliliği için bir ölçü kabul edilmektedir. Karbonmonoksit gazı
atmosfere karıştığında, su buharı ile birleşerek asit hâline dönüşmektedir. Solunumla doğrudan alındığın­da, solunum organlarındaki nem ile birleşerek yine asit hâline dönüşebilmekte ve çeşitli hastalıklara yol açmaktadır. Ayrıca bitkilerde bazı enzimlerin bileşimini ve madde alışverişi süreçlerini bozar. Böylece yaprak­larının sararmasına ve bitkinin
tamamen ölmesine ne­den
olur. Günümüzde Avrupa Kıtası gibi sanayileşmiş bölgelerdeki ormanlarda görülen bitki ölümlerinin te­melinde bu olay yatmaktadır.


 

Günümüzde sanayi faaliyetlerinin, nüfus ve trafik yoğunluğunun şehirlere göre farklılık göstermesi, hava kirliliğinin de şehirlere göre değişik şekillerde görülmesini sağlamıştır. Örneğin, sanayi tesisleri ile binaların ısıtılmasında kullanılan fosil yakıtların yanması sonucu çıkan gazların oluşturduğu dumanın sisle karışmasıyla oluşan hava kirliliği örneği Londra'da
ortaya çıkmış ve bu nedenle bu tür hava kirliliğine Londra tipi kirlilik denilmiştir. Bu tür hava kirliliği görüldüğü şehirlerde; cilt ve gözlerde tahrişe, bronşit ve amfizem gibi solunum yolu hastalıklarına neden olur. Asit yağmurları sonucu zamanla
toprağın verimsizleşmesine yol açar. Araçların egzozlarından çıkan gazların güneş ışın­larının etkisiyle
karbondioksite dönüşmesi şeklinde hava kirliliği ise okyanustan nemin de etkisiyle ilk kez Los Angeles şehrinde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Los Angeles tipi kirlilik olarak adlandırılan bu hava kirliliği de yine çeşitli cilt, göz, solunum yolu, kalp ve damar hastalıklarına neden
olmaktadır.


 

D. NÜKLEER (RADYOAKTİF) KİRLİLİK 


 

Uranyum ve toryum gibi elektron yayan maddelerin doğal denge hâlindeki diğer maddelerin
atom yapıla­rını bozmasına nükleer
(radyoaktif) kirlilik denir. Bu kirlilik radyoaktif maddelerin hava, su ve
toprağa karış­masıyla gerçekleşir. Nükleer kirlenmenin başlıca kay­nakları; nükleer enerji santrallerinden gelen radyoaktif atıklar, nükleer denemeler ve nükleer silah üreten te­sislerdir.
Bu kaynaklardan çevreye yayılan radyoaktir maddelerin etkileri yıllarca sürmektedir. Havaya, suya ve toprağa karışan bu maddeler
besin zinciri yoluyla bitkilerden hayvanlara ve insanlara geçmektedir. Böylece canlı sağlığını çok uzun vadede etkilemekte­dir.


 

E.  BESİN KİRLENMESİ 


 

Günümüzde artan çevre kirliliğiyle birlikte gıda mad­delerinin hijyeni önemli bir hâl almıştır. Fabrikalarda gı­da üretimi sırasında hijyen konusuna dikkat edilme­mesi çeşitli hastalıklara neden olmaktadır. Tarım ürün­lerinde biriken tarımsal ilaçlar doğrudan ya da dolaylı
olarak besin zinciri yoluyla insanlara geçebilmektedir. Yine balıkların bünyesinde bulunan
kirli sulardan kay­naklanan kimyasal maddeler, besin zinciri yoluyla in­sanlara
geçebilmektedir.


 

F.  GÜRÜLTÜ (SES) KİRLİLİĞİ 


 

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte artan diğer bir çevre sorunu da gürültü kirliliğidir. İnsanları rahatsız eden ve sağlığı etkileyen
seslerin bütününe gürültü kirliliği denir. Gürültü kirliliğinin oluşumunda etkili olan başlı­ca faktörler; ulaşım araçları, sanayi kuruluşları, atölye­ler ve çeşitli araçlardır.


 

Gürültü kirliliği insanlarda fiziksel, fizyolojik ve psikolo­jik rahatsızlıklara neden olmaktadır. Yapılan araştırma­larda gürültünün kılcal damarların daralmasına, kan basıncının artmasına, kulak ve beyin iltihaplanmaları­na, kalp atışı, kan dolaşımı ve solunum rahatsızlıkları­nın oluşmasına neden olduğu görülmüştür. Bu duru­ma bağlı olarak insanlarda iş gücü verimi ve konsan­tre olma yeteneği azalmaktadır.


 

G. ELEKTROMANYETİK KİRLİLİK 


 

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanların yaşam konforu artmış, kullandığı birçok teknoloji ürünü yaşamın parçası olmuştur. Cep telefonları, bilgisayar, uydu antenleri, televizyonlar, elektrikli cihazlar gibi
aletler yaydıklar
elektromanyetik enerjiyle kısa ve uzun vadeli riskleri de beraberinde getirmektedir.


 

Bu tür cihazlarla yakın temas
sonucunda insan sağlığında çeşitli sorunlara
yol açabilmektedir. Bu
etk­ilerin başlıcaları; boğazda kuruluk
hissi, gözde ağrıları, baş ağrıları, uykusuzluk, seslere karşı hassasiyet, işitme zorluğu ve
yorgunluktur.


 

ATIKLAR


 

I. ATIK TÜRLERİ VE ÇEVREYE ET­KİLERİ 


 

A. KATI ATIKLAR 


 

Günümüzde şehirleşmenin artmasıyla birlikte özellikle büyük yerleşim birimlerinden insanların karşılaştığı en büyük çevre sorunu çöplerdir. Evsel
katı atıkların bir bölümü organik atıklar oluştururken, kalan kısmını ise kâğıt, karton, tekstil, plastik, deri, metal, ağaç, cam ve kül gibi katı atıklar oluşturmaktadır. Katı atıkların türü şehirlerin
ekonomik düzeyine göre değişebilmektedir.


 

Dünya'da katı atıkların yönetiminin üç temel ilkesi var­dır. Bunlar az atık üretilmesi, atıkların geri kazanılması ve atıkların çevreye zarar vermeden yok edilmesidir. Çöplerin toplanması, depolanması veya yok edilmesi­ne kadar tüm hizmetlerin bir plan çerçevesinde ele alınması ve öncelikle bu atıkların değerlendirilmesi ve­ya geri kazanılmasına, çevre ile uyumlu atık
yöneti­mi denilmektedir.


 

Uygun şekilde depolanmamış çöpler yer altı ve yüzey­sel su
kirliliğine, haşerelerin üremesine, çevreye kötü kokuların yayılmasına, görüntü kirliliğine ve çeşitli hay­vanlar vasıtasıyla taşıyıcı mikropların yayılmasına ne­den
olmaktadır.


 

Katı atıkların yok olma süresi ve çevreye olan
zararları türlerine göre değişebilmektedir. Örneğin; plastik şişe­ler 1000 yıl, alüminyum kutular 10 - 100 yıl, portakal kabuğu 6 ay, piller 100 yıl, kâğıt 2 - 5 ay ve
cam şişe 4 bin yılda ayrışarak doğaya geri dönmektedir.


 

Bu maddeler içinde özellikle atık pillerin çevreye ve in­san sağlığına olan zararı çok büyüktür. Pillerin bileşi­minde bulunan
cıva, kadmiyum,
kurşun, çinko, lityum ve nikel gibi kimyasal maddeler,
pillerin çöplere gelişi­güzel atılması sonucunda toprağa ve yer altı sularına karışmaktadır. Bunun
sonucunda toprak zehirlenir ve kullanılama hâle gelir.
Sulardaki ekosistemler etkilenir. Örneğin, bir kalem
pil yaklaşık 4 m2 toprağı kirletebil-mektedir. Atık pillerin neden olduğu başlıca hastalıklar sinir sistemi hastalıkları, kanser, böbrek ve karaciğer hastalıklarıdır.


 

B. SIVI ATIKLAR 


 

Sıvı atıkların büyük bölümünün atık sular oluşturmak­tadır. Bu sular; evsel, endüstriyel, tarımsal ve diğer kul­lanımlar sonucunda kirlenmiş sular, maden ocakları ve cevher hazırlama
tesislerinden kaynaklanan sular ile şehir bölgelerinden
gelen kanalizasyon sularıdır.


 

Sıvı atıkların sularda oluşturduğu kirlilik ve etkileri fizik­sel, kimyasal ve
biyolojik olmak üzere üç grupta görü­lür. Fiziksel etkiler; suyun sıcaklık, tat, koku özellikleri­nin
değişmesidir. Kimyasal etkiler; çeşitli ağır metalle­rin
(kurşun, cıva vb.), organik ve inorganik maddelerin suda
birikmesidir. Biyolojik etkiler ise organik atıkların etkisiyle
suda, oksijeni tüketen algler,
bakteriler ve küf­lerin oluşmasıdır.


 

Sulara karışan cıvanın insan ve çevre sağlığına olan etkileri oldukça fazladır. Suya bağlı besin zehirlenme­lerinin önemli bölümü cıvadan kaynaklanan zehirlen­melerdir.


 

Örneğin, 1951 yılında Japonya'daki
Minamata Körfezi yakınlarında kurulan plastik fabrikasının atık sularının körfeze karışmasından bir süre sonra yüzlerce insan ciddi hastalıklara yakalanmıştır. Bu hastalıkların başlı-caları; kısmi felç, şuur kaybı ve körlüktür. Atık sulara karışan cıva tabana çöker ve burada bakteriler tarafın­dan çözülür. Daha sonra sudaki planktonlar cıvayı bünyelerine alır. Planktonlarla beslenen balıklara oradan da bu balıklarla beslenen insanlara geçer.


 

C. GAZ ATIKLAR 


 

Gaz atıklar; sanayi tesislerinden, konutlardan, taşıtlar­dan, yangınlardan, çöp depolama
alanlarından
kay-naklanmaktadır. Gaz atıkların çevre ve insan sağlığı­na etkileri küresel çevre sorunlarında işlenecektir.


 

II. GERİ DÖNÜŞÜM 


 

Dünya nüfusun hızlı bir şekilde artması ve teknolojik gelişmeler doğal kaynakların tüketimini hızla artırmak­tadır. Ancak doğal kaynakların sınırsız olmadığı, dik­katlice kullanılmadığı takdirde bir gün bu kaynakların tükeneceği şüphesizdir. Bu nedenle alınacak önlemle­rin başında doğal kaynakların israfını önlemek gel­mektedir.
Ancak, artan ihtiyaçlar kaynakların kullanımı sürekli arttığından başka yöntemlere de ihtiyaç vardır. Bunların başında atıkların ekonomiye geri kazandırıl­ması gelmektedir.


 

Atıkların önemli bir miktarını geri dönüştürülerek ve ye­niden kullanılabilir malzemeler yapılmaktadır. Örneğin; atıklar içindeki cam,
metal, plastik ve kağıt, karton gi­bi
atıklar çeşitli işlemlerden geçirilerek yeni bir ham madde olarak değerlendirilebilmektedir. Bu atıkların ham madde gibi kullanılarak şişe, kutu, plastik, kağıt, gübre gibi yeni
bir maddeye dönüştürülmelerine geri dönüşüm denir. Özellikle demir, çelik, bakır, kurşun, kağıt, plastik, kauçuk, cam gibi ekonomik değeri olan maddelerin geri kazanılması, ülke ekonomileri açısın­dan son derece
önemli bir kazançtır.


 

Atık maddelerin geri dönüşümünün başlıca yararları şunlardır:


 

ﺇ     
Doğal kaynakların tükenmesini önlenir. Örneğin, % 100 geri dönüşümle elde edilen
1 ton kâğıt üretimi 17 ağacın kurtulmasına ve yaklaşık 23,5 m3 suyun tasarruf edilmesini sağlar.


 

ﺇ     
Ülke ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ithal edilen hurda malzemeye ödenen döviz miktarı azalır.


 

ﺇ     
Çevredeki atık madde miktarı azalır.


 

ﺇ     
Çevre kirliliği önlenir.


 

ﺇ     
Enerji tasarrufu sağlanır. Örneğin, metal içecek ku­tularının geri dönüşümü işleminde bu
metaller di­rekt olarak eritilerek yeni ürün hâline dönüştürül­düğünde bu
metallerin üretimi için kullanılan ma­den cevheri ve bu cevherin saflaştırılma işlemleri­ne gerek olmadan üretim gerçekleştirilebilmekte-dir. Bu şekilde bir alüminyum kutunun geri dönü­şümünden % 96 oranında enerji tasarrufu sağlana­bilir.


 

ﺇ     
Ekonomiye katkı sağlar.


 

Geri dönüşümün en yaygın uygulaması gelişmiş ülkel­erde görülmektedir. Örneğin, Almanya'da tüketicilerin, ambalajları temiz ve doğru ayrılmış bir şekilde poşetlere koyup belirlenen gün ve saatlerde dışarı çıkarmaları istenmektedir. Bu kurala uymayanlara para cezaları kesilmektedir. Bu uygulama sonucunda evsel atılarda % 14 oranında düşüş sağlanmıştır. Yine italya
ve isviçre gibi ülkelerde ambalaj atıklarını azaltmak için ambalaj kutuları birden fazla
kullanılacak sağlam­lıkta üretilmektedir.
Belçika'da ikinci el
eşyalar için bir toplama, yenileme ve depolama merkezi
kurulmuştur. Böylece gençlere ve özürlülere yeni bir iş alanı açılmıştır.


 

EKOLOJİK DÖNGÜLERE İNSAN MÜDAHALELERİ 


 

I. SU DÖNGÜSÜNE İNSAN
ETK
İLE­Rİ 


 

A. TARIMDA  
SU   KULLANIMININ SUND
ÖNGÜSÜNE ETKİLERİ 


 

Kurak ve yarı kurak bölgelerde sulama,
tarımsal üreti­mi önemli düzeyde artırmaktadır. Bu amaçla büyük bir bölümü yarı kurak iklim özellikleri gösteren bölgelerde sulama
amaçlı büyük yatırımlar gerçekleşmiş ve yapıl­maya devam
edilmektedir. Sulama projelerinin yeter­sizliği ve yanlış su yönetimi sonucunda su kayıpları artmaktadır. Böylece hem planlanandan daha küçük alanlar sulanmakta ve hem de aşırı su kayıpları, taban suyunu yükselterek drenaj ve çoraklık gibi çözümü güç sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Belirtilen koşullar­da suyun yüksek randımanla
iletilmesi, dağıtılması ve toprağa uygulanması ile etkin çalışan drenaj altyapıla­rın kurulması ve işletilmesi, sahip olduğumuz su kay­naklarının verimli kullanımını sağlayan etkenlerdir.


 

B. KENTLEŞME VE NÜFUS ARTIŞININ SU DÖNGÜSÜNE ETKİLERİ 


 

Dünya nüfusunun hızlı bir şekilde artması ve nüfusun önemli bölümünün kentlerde yaşaması su kaynakları üzerinde önemli bir etkendir. Dünyada 1940-1980 yıl­ları arasında su kullanımı iki katına çıkmıştır. Nüfusun hızla artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kal­ması sebebiyle su ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Dünya nüfusunun % 40'ını barındıran 80 ülke şimdi­den su sıkıntısı çekmektedir.


 

Dünyada kentsel nüfusun hızlı bir şekilde artması be­raberinde betonlaşmayı da
getirmektedir. Arazinin bi­nalar ve yollar yapılarak betonlaştırılmasıyla yağış su­larının yer altına sızması büyük ölçüde engellenmekte­dir. Bu durum bir yandan sel
olaylarının artmasına bir yandan da yer altı su potansiyelinin azalmasına neden olmaktadır.Yine şehirlerde nüfusun fazla olması nedeniyle yer
altı suları kullanımı artmaktadır. Bu durum, yer altı su sevi­yesinin düşmesine, özellikle deniz kıyısındaki şehirler­de deniz suyunun yer altı suyuna karışmasın yol aç­maktadır.


 

C. SANAYİDE   SU  
KULLANIMININ SU 
DÖNGÜSÜNE ETKİLERİ 


 

Sanayide su kullanımı, tarımda su kullanımına göre daha azdır, ancak oluşturduğu kirlilik daha fazladır. Fabrika atıklarıyla kirlenen su
kaynakları, nehirler ve
denizler için büyük tehdit oluşturmaktadır. Sanayide su kullanım oranı, endüstrileşmiş ülkelerde, genel su tüketiminin 50 ile 80'i arasında değişmektedir. Kul landığımız pek çok ürünün üretimi sırasında çok mik-tar-da su harcanmaktadır. Örneğin, 1 otomobil üret­mek için 150 ton, 1
ton çelik üretmek için 240 ton ve 1 varil ham petrolü rafine etmek için 7 ton su
kullanıl­maktadır.


 

D. BARAJ VE KANALLARIN SU  DÖN­GÜSÜNE ETKİLERİ 


 

Çeşitli amaçlarla akarsular üzerine yapılan her baraj, yapısı, konumu ve
boyutlarına göre değişen oranda,
akarsuların doğal akışlarını ve yapısını değiştirmektedir. Bu
durum, suyun kalitesinin bozulması, canlıların ya­şam alanlarının tehlike altına girmesi ve pek çok canlı türünün bu nedenle yok olması gibi birçok sorunlara yol açmaktadır.Yine su kaynakları kısıtlı olan kapalı havzalardaki
akar­sularda inşa edilen
barajlar, suyu havzanın irtifası yük­sek noktalarında tutarak
havzanın aşağı kesimlerine olan su akışını azaltmaktadır. Bu durumda, havzanın orta kesimindeki yer altı sularının aşırı derecede azal­masına ve bazı durumlarda havzalardaki göllerin kuru­masına neden
olmaktadır.


 

E.  SULAK
ALANLARIN KURUTULMASI­NIN SU D
ÖNGÜSÜNE ETKİLERİ 


 

Sulak alanlar, insanların tarım faaliyetlerinin gerçekleş­tirilmesi bakımından tercih ettikleri ilk yerleşim bölge­leri olmuştur. Nüfus artışı ve teknolojik
gelişmelerle bir­likte
yeni tarım alanları elde etme amacıyla sazlıklar, bataklıklar, taşkın ovaları ve gölleri kurutulmaya baş­lanmıştır. Yapılan araştırmalar; yeryüzündeki sulak
alanların % 50'sinin yok
olduğunu, Orta Doğadaki su­lak alanların % 97'sinin insan etkinliklerini destekle­mek amacıyla kurutulduğunu, su talebinin son 25 yıl içinde % 60 arttığını göstermektedir.
Yine Akdeniz ül­keleri sulak
alanlarının % 70'ini kaybetmiştir.


 

Sulak
alanların kurutulduğu bölgelerde su rejiminde-meydana gelen bozulmalar ve iklimsel değişmelerin yanı sıra; bir çok canlı türünün neslinin
tehlikeye düş­mesi ya da
tamamen yok olması gibi sorunlar
ortaya çıkmıştır. Ayrıca, sulak
alanlardan aşırı su kullanımı so­nucunda bu
sahalardaki suyun kalitesi ve miktarı azal­makta böylece
ekosistemler zarar görmektedir. Örne­ğin, Hatay'daki Amik Gölü'nün suyu, 1968 yılında açı­lan dört drenaj kanalı ile Asi
Nehri'ne boşaltılarak ku­rutulmuş ve tarım yapılmaya başlanmıştır. Ancak göl­den elde edilen yer, çevreye göre altı metre daha aşa­ğıda kalmış ve drenaj kanallarının en küçük bir yağ­murda dolarak neredeyse eski hâline dönmektedir. Böylece her yıl onbinlerce dönümlük ekili alan sular al­tında kalmaktadır. Amik Gölü'nün kurutulması ile birlik­te Hatay'ın iklimini de değiştirmiştir. Bölgede yağışlar düzensizleşmiş ve seller artmıştır.


 

F. BİTKİ ÖRTÜSÜNÜN TAHRİBİNİN SU DÖNGÜSÜNE ETKİLERİ 


 

Bitkilerin özellikle ağaçların su döngüsüne önemli kat­kıları vardır. Ağaçlar dal ve yapraklarıyla yağış sularının bir bölümünü tutar ve
buharlaşma yoluyla
atmosfere geri gönderir. Ayrıcak kökleriyle yağış sularının yüzey­de hızlı bir şekilde akmasını engelleyerek suların yer altına sızmasını kolaylaştırır. Bu durum yer
altı sularının beslenmesi ve su döngüsünün sağlanması bakımın­dan son derece
önemlidir.


 

Doğal bitki örtüsünün tahrip edildiği sahalarda yağış suları hızla yüzeysek akışa geçer. Buna bağlı olarak seller
oluşur. Toprak örtüsü hızla aşınır ve yok olur.
Yer altına sızma azaldığından yer altı su seviyesi düşer.


 

II. KARBON   DÖNGÜSÜNE   İNSAN MÜDAHALELERİ 


 

Karbondioksit atmosferi oluşturan su buharı ve diğer birçok gazla birlikte, Dünya'ya sera etkisi yaparak so­ğumasını önlemekte ve yeryüzünü ortalama 14 °C sı­caklıkta tutmaktadır. Fakat son 150
yıldan beri artan
karbondioksit oranı Dünya'nın % 30 oranında ısınma­sına neden olmuştur.


 

Karbon döngüsünü oluşturan çok sayıda sürecin so­runsuz
işlemesi,
atmosferden büyük miktarlarda alı­nan ve ormanlar, okyanuslar ile yer altındaki kömür, doğalgaz ve petrol rezervlerinde depolanan karbon miktarına bağlıdır. İnsanlar, başta ormanların yakılma­sı olmak üzere, bu rezervlerdeki karbonu zamanından önce açığa çıkararak döngünün dengesini bozmakta­dır. Fosil yakıtların kullanılması karbonun açığa çıkma­sını hızlandırarak atmosferde küresel iklimi
etkileyecek ölçüde karbondioksit birikmesine neden olmaktadır. Atmosfere her yıl 6,5 milyar tonu fosil yakıtlardan ve 1,5 milyar tonu da ormansızlaşmadan
kaynaklanmak üzere toplamda
yaklaşık 8 milyar ton
karbon bırakıl­maktadır. Ancak bu miktar atmosferdeki karbonun % 10'luk bölümünü oluşturmaktadır. Geri kalan %
90'lık bölüm doğal kaynaklardan
sağlanmaktadır.


 

Karbon döngüsüne insan müdahaleleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir:


 

ﺇ   Ulaşım araçlarında, fabrikalarda ve konutlarda fo­sil yakıtların (petrol, kömür, doğal gaz, odun)
kul­lanılması.


 

ﺇ   Atmosferdeki karbonu önemli ölçüde depolayan ormanların yok edilmesi.


 

ﺇ   Pirinç tarlaları gibi çok sulu ve bataklık alanların oluşturulmasıyla metan
oksitlenmesinin sağlan­ması gibi müdahalelerdir.


 

Yapılan araştırmalar, bu müdahaleler sonucunda Sa­nayi Devrimi'nin gerçekleştiği yaklaşık 150 yıldan beri atmosferdeki karbondioksit oranının arttığını ve kulla­nım bu hızla sürerse gelecek 100 yıl içinde karbondi­oksit
oranının 2 - 3 misli artacağını göstermektedir.


 

KÜRESEL ÇEVRE SORUNLARI 


 

IKLIM DEĞİ­ŞİKLİĞİ 


 

1. Küresel
Is
ınma Nedir? 


 

insanların çeşitli faaliyetlerine bağlı olarak oluşan sera gazlarının artması sonucunda,
atmosferin yeryüzüne yakın kesimlerindeki sıcaklığın yapay olarak artması
sürecine küresel ısınma denir.


 

Küresel ısınmaya Güneş'ten yeryüzüne gelen enerji­nin tekrar uzaya yansımasını engelleyen karbondiok­sit, metan, ozon ve
kloroflorkarbon gibi sera gazlarının atmosferdeki
oranının artması neden olmaktadır. Söz konusu gazlara sera gazları denmesinin nedeni, bu gazların camın seralarda güneş ışınlarını içeri alıp içe­rideki ısıyı dışarı vermeme özelliğine benzer şekilde görev yapmalarındandır. Atmosferde
bulunan sera gazları, Dünya'nın ortalama sıcaklığının 15 °C düzeyde kalmasını sağlayan önemli unsurlardır. Ancak insan müdahaleleri sonucunda başta karbondioksit gazı ol­mak üzere bu gazların atmosferdeki oranı ciddi boyut­lara ulaşmıştır. Küresel ısınmanın getirdiği en önemli sonuç, Dün-ya'daki iklim
elemanlarının (sıcaklık, yağış, hava hare­ketleri ve nemlilik) uzun yıllar süren doğal değişiminin çok kısa bir süre içinde gerçekleşmesidir. Yapılan araştırmalar Dünya'daki iklim
koşullarının son 15-20 yıl içinde çok hızlı bir şekilde değiştiğini ortaya koy­muştur. Son yüzyılın en sıcak ve en kurak yazlarının son 10 yıl içinde yaşanması, Dünya'daki deniz suyu ortalama sıcaklığının 0,1 °C ile 1 °C arasında artması, kutup bölgelerindeki buzullardan erimeler sonucu bü­yük kütlelerin koparak ayrılması gibi olaylar küresel ısınmayı kanıtlayan olaylara birer örnektir.


 

Küresel ısınma sonucu oluşabilecek başlıca olaylar şunlardır:


 

ﺇ 
Dünya'daki buzul alanları eriyecek ve bugünkü de­niz seviyesi 60 cm kadar yükselecektir. Böylece deniz kenarlarındaki birçok yerleşme sular altında kalacaktır. (Hollanda,
Banladeş en çok etkilenecek ülkelerden bazıları)


 

ﺇ 
Sıcaklığın artması, büyük su kütlelerindeki buhar­laşmayı artıracak ve buna bağlı olarak bu bölgele­re yakın yerlerin yağış değerlerinde büyük artışlar görülecektir. Buna
karşılık denizlerden uzak kara içlerindeki buharlaşmanın şiddetlenmesi kuraklığı
artıracaktır.


 

ﺇ 
Hava hareketlerinin hızlanmasına bağlı olarak şid­detli kasırgaların sayısının artacaktır.


 

ﺇ 
Orman yangınlarında artışlar olacaktır.


 

ﺇ 
Sıcaklık ve yağış değerlerindeki değişmeler eko-sistemleri olumsuz etkileyecek, yeni koşullara uyum sağlayamayan canlı türleri yol olacaktır.


 

2. Küresel Isınmanın Etkileri


 

Küresel ısınmanın gelecekte yol açacağı olası felaket­lerin belirtileri şimdiden görülmeye başlamıştır. Dün-ya'nın birçok bölgesinde küresel ısınmanın nedenol-duğu sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bu olayların başlı-caları şunlardır:


 

ﺇ     
Orta ve daha yukarıdaki enlemlerdeki karalara düşen yağış miktarı % 5 -10 oranında artmış buna karşılık subtropikal alanlardaki karalara düşen yağış miktarı % 3 oranında azalmıştır.


 

ﺇ     
Son 10 yılda Asya ve Afrika gibi kıtalarda, kuraklık ve sıcaklık şiddetini artırmıştır.


 

ﺇ     
Son 50 yılda Kuzey Yarım Küre'de kar örtüsünde % 10luk bir azalma olmuştur.


 

ﺇ     
Orta ve daha yukarıdaki enlemlerde göl ve nehirle­rin
yıllık buzla kaplı kalma süreleri iki hafta
kadar kısalmıştır. Dağ buzullarının sınırlarında zirveye doğru büyük çekilmeler olmuştur.


 

ﺇ     
Sibirya'nın batısında binlerce yıldır donmuş hâlde bulunan bataklıklar son birkaç yıldır erimeye baş­lamıştır. Bunun nedeni bölgenin ortalama sıcaklığının son 40 yıl içinde 3 °C kadar artmış olmasıdır. Bataklıkların erimesiyle ileride atmosfere bol mik­tarda metan
gazı karışacak ve küresel ısınmanın artmasını hızlandıracaktır.


 

ﺇ     
El Nino kasırgasının şiddeti , süresi ve görülme sıklığı önceki 20 - 30 yıl öncesine göre artmıştır.


 

 


 

3. Asit Yağmurları 


 

Çeşitli işlemlerde kullanılan fosil yakıtların yakılması havayı kirletmekte ve kükürtdioksit, azotoksit, hidro­karbon ve partikül madde yaymaktadırlar. Havada bel­li süre asılı kalabilen bu maddeler, hava akımları sıra­sında su buharı ve oksijenle tepkiye girerek sülfürük asit ve nitrik aside (kezzap) dönüşmektedir. Asitli su buharı, bulutlara katılarak onların bir parçası hâline ge­lir. Yağış için gerekli yoğunlaşma sağlandığında yağ­mur olarak yeryüzüne inerler.


 

Asit yüklü bulutlar, hava
akımlarıyla kirliliğin kaynağın­dan çok uzak bölgelere taşınabilmekte ve
buraları
et-kileyebilmektedir. Asit yağmurlarına bağlı olarak ortaya çıkan başlıca sorunlar şunlardır:


 

ﺇ      
Ormanlardaki ağaçların yapraklarındaki büyümeyi ve gelişmeyi engelleyerek kurumalarına yol açar.


 

ﺇ      
Asit yağmurları; topraktan
derelere, ırmaklara ve göllere taşınır. Göl sularının asitliliği ve metal tuzlarının yoğunluğu artar. Buna bağlı olarak göl ekosistemi tehlikeye girer.


 

ﺇ      
Toprağın yapısını bozarak besin zinciri yoluyla bitki ve diğer canlıların zarar görmesine neden olur.


 

B.  OZON
SEYRELMES
İ 


 

Atmosferin stratosfer tabakası içinde yeryüzünden yaklaşık 20 km ile 50 km arasındaki yükseklikte kalan
bölümde ozon gazı bulunur. Bu bölüme, ozon gazının yoğun olarak bulunması nedeniyle ozon tabakası de­nir. Bu tabakanın en önemli işlevi, Güneş' ten gelen mor ötesi ışınların, canlılar için zararlı olan büyük bir kısmını absorbe ederek yeryüzüne ulaşmasını engel­lemesidir.


 

Son yıllarda yapılan araştırmalarda ozon tabakasının inceldiği tesbit edilmiştir. Bunda en büyük etkenin sa­nayide kullanılan kloroflorkarbon gazlarının atmosfer­deki oranının artmasıdır. Bu gazlar, ozon gazının bile­şimini bozmakta ve zamanla tabakanın işlevini azalt­maktadır. Yine yapılan araştırmalarda ozon tabakası-nındaki moleküllerin % 1 oranında azalması, mor öte­si ışınların yeryüzüne ulaşmasını % 2 oranında artır­maktadır. Böyle bir durumun
artarak devam etmesi so­nucunda cilt kanseri ve çeşitli göz hastalıkları artacak­tır. Ayrıca bu ışınların etkilerine fazla dayanamayan ta­rım ürünlerinde verim düşüşü olacaktır. Yine sularda bulunan ve balıkların besin kaynağı olan planktonların azalmasıyla su ürünleri üretiminde düşüşler görüle­cektir.


 

Sonuç olarak, ozon tabakasının doğal yapısının bozul­masıyla, yeryüzündeki ekolojik denge büyük oranda etkilenecektir.


 

C.  ORMAN TAHRİBİ 


 

Ormanlar sağladıkları ekonomik ve ekolojik yararlar nedeniyle Dünya'nın en önemli yer üstü zenginlikleri arasında gelmektedir. Ormanların, yapacak ve yakacak maddeler elde etme bakımından ekonomik fonksiyonları olduğu gibi eko­lojik
fonksiyonları da vardır. Bunlar canlılar için hayat kaynağı olan oksijeni üretme, karbondioksiti tüketme, toprak erozyonu ve selleri önleme, iklim koşullarını dü­zenleme gibi
fonksiyonlardır. Ormanlar, yağış sularının toprak içine sızmasını vedolayısıyla yer altında depo­lanmasını sağlar. Böylece yağış sularının yüzeysel akı­şını engelleyerek toprak erozyonunu önlemiş olur.


 

Yine havadaki karbondioksiti emerek, oksijen üretmek suretiyle havayı temizler. Havanın nemini artırarak or­tamın kuraklaşmasını engeller.Ormanların bu yararlarına rağmen her geçen yıl Dün­ya üzerindeki orman alanları azalmaktadır. Yapılan araştırmalara göre Dünya'nın tüm orman varlığı 9,5 milyar hektardır. Bu miktar her geçen yıl azalmaktadır. Bu durumun başlıca nedenleri;


 

ﺇ     
Nüfus artışına bağlı olarak orman ürünlerine olan aşırı talep


 

ﺇ     
Hava kirliliğine bağlı olarak ormanların niteliğinin bozulması,


 

ﺇ     
Yükselen yaşam düzeyiyle birlikte çeşitli ihtiyaçla­ra (yol, konut, spor kompleksi, dinlenme
tesisleri) yönelik binaların orman içlerine yapılması, çeşitli nedenlere
bağlı olarak çıkan büyük yangın­lardır


 

Ormanların tahrip edilmesi sonucunda ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri toprak erozyonudur. Dünya üzerindeki birçok ülkede, erozyonla kaybolan toprak miktarı, aynı süre içinde doğal yolla oluşan toprak mik­tarından fazladır. Örneğin, Asya Kıtası'nda her yıl hek­tar başına 30 ton toprak erozyonla kaybolurken, doğal yolla oluşan toprak miktarı hektar başına ancak 1 ton kadardır. Dünya'daki toplam
tarım alanlarından, yılda yaklaşık 24,5 milyar
ton verimli üst yüzey toprağı eroz­yonla taşınıp yok olmaktadır. Bu durum, tarım alanları­nın verim değerini düşürdüğü gibi toprağın oluşumu­nu sağlayan mikroorganizmaları da yok ettiğinden do­ğal dengenin bozulmasına yol açmaktadır.


 

II.ÇEVRE   SORUNLARININ   YAYIL­MA SÜRECİ 


 

Sanayi Devrimi'ne kadar insanın doğal çevreye yap­mış olduğu etkiler fazla değildi. Sanayi
Devrimi, birçok gelişme ile birlikte, bilim ve teknolojiye dayalı yaşam­da yeni bir başlangıç olurken, diğer yandan çevre so­runlarının da başlamasına neden olmuştur. Sanayi ve teknolojinin gelişmesiyle insanlar büyük bir gücün sa­hibi olmuşlar ve bu gücü çıkarlarına göre, doğaya kar­şı da sistematik ve planlı bir şekilde kullanmışlardır. Elektrik, asfaltlı yol, beton köprüler, yeni teknoloji ile sulama, fabrika, kimyasal ilaçlar, diğer bazı günlük araçlar başlarda daha çok cazip geliyordu. Kendileriy­le birlikte getirdikleri olumlu bazı olanakların yanında, bunların çevre üzerindeki
tahribatları tehlike
sinyalleri­ni vermemişti ya da bu
alandaki tehlikeler görülmüyor­du.Ciddi anlamda ilk kez II, Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan çevre sorunlarının başlangıçta, sanayileşmenin bir sonucu olduğu ve sadece bulundukları bölgeleri il­gilendirdiği sanılıyordu. O nedenle
çevre sorunları ile ilgili çözüm ve bilinç de bölgesel ve mahalli olarak dü­şünülüyordu. Çevre sorunlarının ortaya çıktığı bölge­lerde yaşamayan insanlar bu sorunlara ilgi duymadık­ları gibi, çözümü konusunda da
bir endişe duymadılar.Çevre sorunlarının ciddi anlamda sebep olduğu bazı sonuçlar, evrensel
boyutlara ulaştığı anlaşıldıktan son­ra küresel anlamda bir çevre bilinci uyanmaya başlan­dı. Çevre sorunları özellikle geçen yüzyılın ikinci yarı­sından itibaren Dünya gündemini işgal eden en önem­li sorunlardan biri hâline geldi.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol